Çocukken en sevdiğim şeylerden biri çizgi film seyretmekti. Okuldan eve gelir gelmez, daha formamı çıkarmadan koltuğa uzanır, annemin "Kızım üzerini değiş ve sofraya gel!" ikazlarına rağmen televizyondan gözümü ayırmazdım. Hiç unutmam, korku dolu bir çizgi film vardı, onu seyrettiğim zaman rüyama girerdi. Tabi eskiden ailelerimiz bizler gibi seçici değildi, tek tip düzende, iki kanallı zamanda televizyon seyrediyorduk. Çok seçenek yoktu. Şimdi onlarca kanal var ve bizler birçok şeyin etkisinin bilincindeyiz.

Bu onlarca kanaldan doğru kanalı bulmak, yayınladıkları çizgi filmler içinde doğru çizgi film seçmek de önemli. Ben " Çocuklar asla televizyon seyretmesin!" diyen ebeveynlerden değilim. Belirli bir yaştan sonra ebeveyn denetiminde seyredilebileceği düşüncesine inanıyorum. Her şey dozunda ve denetimimde olduğu sürece sorun yok.

Kızım tabi ki belirli ölçüde televizyon seyrediyor ve onun seyrettiği şeylerdeki içerikler benim için önemli. Bir kız çocuğu olmasına rağmen onu cinsiyetçi çizgi filmlere boğmadık. Yeri geldi kendi isteği doğrultusunda erkek çizgi filmi diye düşünülen çizgi filmleri de seyretti.

Peki biz en çok hangi çizgi filmleri seviyoruz derseniz size bahsedeyim:

Öncelikle favori kanalımız Disney Channel. Uydudan şifresiz olarak da izlenebilen bu kanalı keşfetmemiz ve müdavimi olmamızın öyküsü çok ilginç. Bahsedecek olursam: Lina sürekli hasta oluyor ve şiddetli doktora gitme korkusu ile boğuşuyordu. Onu hasta olduğu zamanlar doktora nasıl götüreceğiz diye düşünmekten uykularımız kaçıyordu. Doktorların sevimli olduğunu gösterecek, onu hastanelerin kötü olduğu olgusundan uzaklaştıracak bir şeye ihtiyacımız vardı. İşte o dönemde "Dr. Dottie ve ilaçları" imdadımıza yetişti. Bu çizgi filmi seyrede seyrede doktorlar hakkında fikri değişti ve hastane fobisini yendi.

Zamanla Lina büyüdü ve seyrettiği çizgi filmler değişti. O da her kız gibi prensesli çizgi filmleri merak eder oldu. Öyle bir çizgi film olmalıydı ki; hem içinde prenses olmalı hem de "Hayatını prenses gibi yaşa." mesajı vermemeliydi. İyi huylu olmamın önemini, kardeşliği, cesareti, takım ruhunu, yardımlaşmayı ve hayatın gerçeklerini anlatmalıydı. Çizgi film piyasasında bulunan ve amacı sadece "Güzel giyin, güzel ol!" mesajı vermekten öteye gitmeyen prensesli çizgi filmleri görünce devreye girmem gerekti. Yine imdadımıza Disney Channel yetişti ve Prenses Sofia ile tanıştık.





Prenses Sofia, izleyicilerine öğretici ve pozitif mesajlar veriyor. Sarayların, uçan atların olduğu bir peri masalında yaşasa da, Sofia çocukların kendilerinden bir parça bulabilecekleri mütevazi bir prenses olma özelliğini koruyor. Çizgi filmde bu denge çok güzel korunmuş, Sofia'nın doğa üstü güçleri yerine iyi huyları ve yaptığı iyi şeyler ön plana çıkarılmış.

Cinsiyetçi çizgi film yaptırımımız olmadığı için Lina yine Disney Channel'da yayınlanan "Jake ve Var Olmayan Ülkenin Korsanları" adlı çizgi filmi de çok seviyor. Hatta 5 yaş doğum günü konsepti Jake'li olmalıymış. Çünkü Jake'in şarkısı çok güzelmiş.






Jake ve Var Olmayan Ülkenin Korsanları'nda da takım çalışmasının önemi ön planda. Korsan Jake ve arkadaşları birlik olunca sorunları daha kolay alt ediyorlar. Ay zamanda problemler karşısında çözüm üretme, fiziksel aktivitelerin önemi de vurgulanmış. Çizgi film içinde matematiksel aktiviteler, sayı sayma, uzaklık/yakınlık, lokasyon becerisi geliştirme, şekilleri öğrenme gibi çocukları destekleyecek aktiviteler var.

Ben Disney Channel'ı içeriklerinde çocuklara güzel mesajlar verdiği ve eğlendirirken öğrettiği için tercih ediyorum. Mesela Korsan Jake gibi yapıyoruz ve oradaki karakterlere bürünerek takım ruhu ile evimizi topluyoruz. Bunun yanında yeni kardeşi olmuş kızıma Sofia'nın kardeşleri ile olan ilişkilerini örnek veriyorum.

Özetle çizgi film doğru kanalda ve doğru içerikle olduğu sürece fayda sağlayan bir şey. Size Jake gibi selam vererek yazımı noktalıyorum. Heyyyy hooo hoooooo

Geçenlerde sevgili Tarçın Events 'in daveti ile B'iota Labratuvarı' na ziyarete gittik. Birçok ürününü severek kullandığım bu markanın oluşum sürecini dinlemek, ürün içerikleri hakkında bilgi almak, AR-GE bölümü gezmek ve günün şanslısı olarak kendi kremimi yapmak oldukça keyifliydi. 

2002 yılında kurulan B'iota "Gücümüzü doğadan aldık." sloganı ile yola çıkmış. %100 bitkisel çözümler sunan Türk menşeli bir firma. Bünyesinde Bioxcin, Bioder, Bioblas, Biomen, Restorex ve Nutraxin gibi markaları barındırıyor ve dünyada 30'dan fazla ülkede satışı mevcut. Ürünler Almanya Dermatest Laboratuvarları tarafından yürütülen klinik testler sonucunda kanıtlanmış ve en yüksek kaliteyi ifade eden 5 yıldız klinik test derecesine sahip. İnovatif bir anlayışla ürünlerini hazırlayan B'iota ürün gamını zenginleştirmek için çalışmalara devam ediyor. Bu sebeple kurduğu bir labratuvarı var ve AR-GE çalışmalarına burada devam edipTübitak ile işbirliği içerisinde denemeler yapıyorlar. Piyasa ürünlerinden en büyük farkı çoğu ürünün eczane kanalında olması ve ürünlerinin doktorlar tarafından tedavi amaçlı reçete ediliyor olması.


Bizler fabrikanın birçok yerini gezdik üretimin yapıldığı yerden tutun da paketlemeye kadar her aşamaya şahit olduk. Dinamik ekibi ve yenilikçi anlayışı ile B'iota piyasa devlerini geride bırakmış. 

Bu bir reklam yazısı değil. Firma bize kendisini tanıttı ve ürün içeriklerini anlattı. Memnuniyetinizi ya da aksi bir durumu bizlerle paylaşın dedi. Onların kendilerini geliştirebilmesi için bizlerin geri dönüşleri çok önemli. Ben de firmanın memnun kaldığım birçok ürünü olduğu için ve firmadan içeriklerini dinleyip daha da memnun kaldığım için sizlerle paylaşmak istedim. 

Anne, bebek ve çocuk konularında ağırlıklı olarak yazdığım için konuya B'iota'nın göz bebeği Biobaby ile başlayacağım. Biobaby, B'iota fabrikasında üretimine giremediğimiz tek bölge. Ne kadar steril kıyafetler giysek de o bölgeye bizi sokmadılar, sadece camekanlar arkasından bakabildik. 




Biobaby; Temizlik ve Hijyen Serisi, Günlük Bakım Serisi, Özel Bakım Serisi, Yenidoğan Serisi ve Güneş Serisi 5 farklı seriye sahip. Bebek ürünleri Anzer'den gelen doğal kaynak suyu ile hazırlanıyor. İçeriği bitkisel ve lactobasil grubu prebiyotikler içeriyor.* Bu vücdumuzun korunurken yenilenmesini de sağlıyor. Biobaby ilk prebiyotik içeren bebek ürünü olma özelliğini taşıyor. Aynı zamanda organik içeriklere sahip ve vücut ph dengesi ile uyumlu ürünler.Yine tüm B'iota ürünlerinin olduğu gibi Biobaby ürünleri de Almanya'da Dermatest Labratuvarı' ndan 5 yıldız almış. Ürünlerin tümü GMP hijyen koşullarına göre üretiliyor. Ürün içeriklerinde paraben, SLES, SLS, parfüm, renklendirici, alkol, fenoksietanol, fitalat (ftalat) içermiyor.



Biz seriye ait 50 SPF Güneş Koruyucu Losyonu kullanıyoruz. Üründen son derece memnunum. Kızım asla şemsiye altında durmaz sürekli deniz kenarında oynamak ister. Maalesef bu sayede tüm gün güneşe maruz kalır. Biobaby Güneş Koruyucu Losyon sayesinde asla kızarıklık ve yanık yaşamadık. Ürünler bebek cildi hassas olduğu için yetişkin ürünlerinde olduğu gibi transparan bir yapıya sahip değil fakat iyice yedirirseniz yoğurt gibi kalmıyor,yağlı bir his bırakmıyor. (Bakınız aşağıdaki resim sürer sürmez çekildi) Yeşil çay, nergis yağı, ceviz yağı içeriyor. Müthiş bir kokusu var. İçeriğindeki ceviz yağı sayesinde vücuda omega-3 desteği veriyor.




Güneş sonrası içinse önemli bir omega-7 kaynağı olan kır iğdesi yağı içeren Güneş Sonrası Losyon'u kullanıyoruz. İçeriği ceviz yağı ve zeytinyağı ile de desteklenmiş. 

Oğlum içinse Kuru ve Atopik Ciltler İn Krem'i kullanıyoruz. Kuru bir cildi olduğu için nemlendirmesinden çok memnunum. Bu ürünler Almanya'da atopik ciltli çocuklar üzerinde denenmiş ve ciddi başarı oranına sahip. Ülkemizde de doktorlar tarafından reçete edilme özelliği var. 

Çocuklar tarafında işler bittiyse anne tarafına geçebiliriz demektir. Maalesef sağlık problemlerim ile başlayan sezaryen maceram doğumda da sürdü. 5 yıl içinde 3 kere sezaryen oldum. Aldığım narkoz sayesinde saçlarım olumsuz etkilendi. Zaten işlem görmüş bir saç olması ve doğum sonrası dökülmeler ile her banyo sonrası öbek öbek saç toplar oldum. Saçlarıma iyi gelecek, önce onaracak sonra güçlendirecek bir şampuana ihtiyacım vardı. Önce annem kullanıp memnun kalmıştı. Ben de onun tavsiyesi ile edindim Bioblas'ı. Düzenli yıkamada saçımdaki dökülmelerin azaldığını gördüm. Tatile gittiğimiz dönemde yanıma almadığım için başka şampuan kullanmak zorunda kaldığımda da yarattığı farkı ciddi oranda gözleme fırsatım oldu. 
Şu an eşim için Bioxcin deniyoruz. Onlarda aileden gelen bir durumdan dolayı kafa tepesinde açılma oluyor. Biz bu durumu minimize etmek için Bioxcin başladık. Etkileri belirli bir kullanım sonrası çıkacağı için sizlerle kullanım sonrası durumumuzu paylaşacağım.

B'iota'nın fabrikasında yaptığımız eğlenceli gezinin detaylarını sosyal medyada #biotadabirgun ve #tarcinevents etiketleri ile takip edebilirsiniz.

İşte bu da gezi resimleri 










Biota iletişim bilgileri

Adres:Emek Mah. Sivat Cad. No:9 Sancaktepe / İstanbul
Telefon:0216 643 00 00
Faks:0 (216) 641 40 95

Eskiden annem "Koca gün yetmiyor. Bu saat oldu ağzıma lokma koymadım, iş güç de bitmedi." dediğinde anlam veremezdim. "Evi süpürse yarım saat, e silse yarım saat, etti bir saat. Bir de yemek yapsa, hadi o da bir saat sürsün,  etti 2 saat. Ortalığı toplaması da 1 saat sürsün, etti mi sana 3 saat. E ne yapıyor da yetmiyor bu koca gün anlamıyorum." derdim. Eskiden dediğim de okuldan gelip, ödevlerimi yapıp, aylak aylak uzanıp Taş Devri, Şirinler seyrettiğim zaman.

Malum annemin 3 çocuğu vardı. Yetişemiyordu ve yoruluyordu. Ama biz her şeyimiz her an tıkırında olmasının değerini anlayamıyorduk. O zamanlar yorulmak ele güne karşı dillendirilmezdi de. " Nedir yani hepimiz çocuk büyüttük!" lafını yer alırdın ağzının payını. Kimse sormazdı " Nasıl gidiyor iki/üç çocukla hayat?" diye. Çünkü doğal olandı bu, olağandı, anneydi, evinin işini de yapacak çocuğuna da bakacak,eşine güzel de gözükecekti. Anne olmak, ev hanımı olmak bunu gerektirirdi. Oysa son zamanlarda bana en çok sorulan soru bu. Çoğunlukla muhabbet açmak için çoğu zaman da ikinci çocuğu düşünen arkadaşlarımın durum tespiti merakını gidermek için sordukları bu soru en azından bana dertleşme fırsatı veriyor. O zaman anlatayım:


Nasıl gidiyor iki çocukla hayat?




                       




Tek çocuk hiç çocuk diye sırıtarak konuya girmek isterdim ama hiç de öyle düşünmüyorum. Çocuktan çocuğa fark eden bir durum bu. Benim iki çocuklu hayatım nasıl derseniz işte böyle.

Evde: 

Evde bana yastık hanım diyebilirsiniz. Hele ilk 40 gün koltuğun aynı köşesinde kolumu dayayıp saatlerce -yok yanlış yazmadım, saatlerce- emzirdiğim düşünülürse tam bir yastık hanımdım. Emzirmek çok güzel bir duygu ama öyle saatlerce sürünce "Yangın vaaar!" diye bağırmak geliyor insanın içinden. Ben de sağa sola bağıramayacağım göre arkadaşlarıma dert yanıyordum. "Kızlar ben Lina'yı hep mama desteği ile büyüttüm sadece anne sütü ile çocuk büyütmek böyle mi oluyor?" "İlk zamanlar böyle olacak zamanla azalması lazım alışacaksın sabret." diyorlardı. O dönem "Ben asla mama vermedim. Saaaadece anne sütü ile besledim." cümlesini kurarken hava atma yönünden kendinden geçtiğini düşündüğüm birkaç anne aklıma geldiğinde yanımda olsalar önlerinde saygı ile eğilecek hale geliyordum. 

Yeni nesil anne olmanın -ki bu bir başka yazının konusu olacak- zorluğu da fazlasıyla ile omuzlarıma yük bindiriyordu. Uyuması, rutini, aman ablasını ihmal etmeyeyim, ama diğeri ile uğraşırken çizgi film karşısında çürümesin ve daha niceleri... 

Bir günümüzü özetleyecek olursak: Ben emzirme arasında Lina'ya kahvaltı hazırlıyor, emzirme arasında okula gönderiyor, emzirme arasında bir lokma bir şey yemeğe fırsat buluyordum. 

Tam Bera emip uykuya dalacak "Annneeeeaahhhhh tuvaletim bitti. Tamam kızım yıka kendin, sonrada elini yıka ve çık." Ama anne musluğu açamıyorum!" Hadi kalk bakalım Merve hanım kızını tuvaletten çıkar ve emzirmeye ara verdiğin için gözleri fal taşı gibi açılan çocuğunu uyutmaya en baştan başla. Dikkatinizi çekerim kaldığın yerden demedim. En baştan. Ya sabır. 

Tam bebeği uyuttun "Ohh şükür sonunda bir şeyler yiyebileceğim." dediğin an kader ağlarını örmüştür bile. Sen bebeği yatağa koyduğun ve parmak ucunda uzaklaşmaya başladığın an içeriden bir ses "Anneeeyyyhhhh sulu boyamı bulamıyorum!" Hiç de sevmememe rağmen en yerli yerinde duracak zamanda o cümleyi yapıştırıyordum "Koyduğun yerdedir evladım ( dişlerimi sıkarak) Koyduğun yerdeeeeeeee!" 

Bebeği uyuttum, yerine de yatırdım, sesizce uzaklaştım. Her şey yolunda. Ara ara gidip bakıyorum hafif uyanır gibi olsa da dalıyor. E ikinci çocuk bu tecrübeliyi, öyle kıpırdadığı an kucağa almıyoruz. Amaaa kucağa almasa da uyku kaçıran bir minik var evde. Hinlikten değil de saflıktan yapmasa delirtir ama neyse. Kendince iyilik yapıp haber veriyor çocuğum kızamam ya. "Anneeeaaayyhhh uyanmış bizim tontiş!" "Kızım gel, dur, bağırma, uyur belki tekrar." "Ama anne baksana gözleri kocaman açık, uykusu yok!" " Uyandın mı ablasının canı? Uyandın mı şen? Şeni yerim ben, yer, yer!" Gel de kız bakalım uyandırdı diye. 

E tabi bu olay olunca yine bir emme uyutma seasına yaklaştığımızı da hatırlatmak isterim. Sonra ne mi oluyor? Bir bakıyorsun saat 6 olmuş, doğru dürüst bir lokma ağzıma sokamamışken akşama yiyecek yemek de yok. Ohhh ne ala. Söyleriz yine bir şeyler canım ne yapalım. 

Bu işin bir de dışarı çıkma boyutu var. Kış günü lohusa olmak emzirirken su gibi olmak ve bebeğin ek gıdaya başladığı dönemde meyve/sebze çeşitliliği olmasının yanında başka bir işe yaramıyor. Zira o buhranlı süreçte hava da kasvetli olunca insanın içine fenalık geliyor. Şükür ki Bera pusette duran bir çocuk da yakın mesafedeki yerlere Lina'yı da yanıma alıp rahatlıkla gidiyorum. Ama işin başka boyutu var tabi.

"İki çocukla dışarı çıkmak mı? Neee! Hem de biri bebek mi? Delirdin mi sen Allah aşkına! Evde otur daha iyi!" diyenler oluyor. Ne güzel diyorlar, bazen aynen öyle oluyor. Bera' ya çanta hazırla ; bezi, kremi, yedek kıyafet vb. Sonra Lina' ya yedek koy. Tam kapıdan çıkacağız " Anne scooterimi alalım, yanıma bir oyuncak seçeceğim." "Peki seç kızım, seç evladım." Hadi onlar seçilir. Daha evden çıkarken çişimdi, suyumdu, oyuncağımdı derken gardım düşer.


Dışarı çıkıyoruz mesela , çıkmadan Bera' yı emzirmiş oluyorum. Gidiyoruz bir yere, gezip tozuyoruz. Tabi ki bu sırada Lina acıkıyor. Neyse alıyoruz bir şeyler oturuyoruz yerimize hoppp Lina' nın tuvaleti geliyor. Hadi başlasın bakalım maraton. Yemekleri aldığım yere teslim ediyorum. Tuvalete gidiyoruz. E malum Bera arabada onu da içeri sokamam, tuvaletin kapısı yarı açık içeriye sığmaya çalışarak Lina'nın tuvaletini yapmasını bekliyorum, bir gözüm de dışarıda aman evladıma bir şey olmasın derdinde. Hadi bitti elini yıka, kolunu yıka derken bizim yemekler buz gibi oluyor.

Tam yemeğin ortasında bu seferde diğer kuzunun ihtiyaç molası geliyor. Yemeğe oturunca barsaklarınız mı çalışıyor be evladım. Neyse " Birkaç dakika sonra değiştiririm." diyorum.Sonra ya minicik poposu pişerse diye içim içimi yiyor. Bebeğin bezini değiştirmek için katedeceğimiz yolu ve ekstra soğuk yemeğimizin kayış gibi olacağını düşünüp vazgeçiyorum.

İki çocuklu hayat jet hızıyla geçiyor. Her gün bir telaşe. Zaman su gibi akıyor. Ona yetişeyim bunu yapayım derken gün bitiyor. En kötü günümüz böyle olsun. Malum iki çocuklu hayat bunu gerektirir. Elindekiyle yetineceksin. Sağlıklıysan şükredeceksin. 






Şüphesiz bir bebek için en önemli besin anne sütüdür. Uzmanlar anne sütünün yetmediği ya da olmadığı zamanlarda erken ek gıda yerine formül mama vermenin daha uygun olduğunu söylüyorlar. Bunun sebebi bebeğin gelişmeyen sindirim sistemine uygun gıda vermek.

Çok eski zamanlarda annelerimiz sütleri yetmediğinde pirinç unundan muhallebi yapıp bizleri beslerlermiş ama zamanımızda gelişen teknoloji ve bebek beslenmesine verilen önem sayesinde mamalar üretildi ve içerikleri zenginleştirildi.

Amaç mamayı övmek, allayıp pullamak değil. Amaç buna muhtaç olan kişilerin iyi ürün tüketmesi konusunda ön ayak olmak. Çocuğuna mama vermek zorunda kalan bir anne olarak TÖPFER firmasından gelen daveti hemen kabul ettim. Firmanın organik keçi sütünden ürettiği bebek sütü ve devam sütünü inceleme fırsatı buldum. Ürün müdürü ve aynı zamanda gıda mühendisi Sinem Mete ile interaktif bir sohbet eşliğinde gerçeklen toplantıdan aldığım notlara gelince :



NEDEN KEÇİ SÜTÜ ?

• Besinsel değeri açısından anne sütüne en yakın süt eşek sütünden sonra keçi sütüdür.
• Keçi, beslenmesine dikkat eden ve en iyi çimleri, en iyi otları yiyen hayvan türü olduğundan.

--Keçi sütünün sindirim açısından değerlendirilmesi

• Keçi sütünde bulunan yağ globüllerinin çapının daha küçük olması sebebi ile kolay sindiriliyor olmasından.
• Orta zincirli yağ asidi içeriğinin fazla olmasından.
• Protein yapısının küçük olmasından

--Keçi sütünün alerjik reaksiyon açısından değerlendirilmesi

• Daha düşük alfa-s1-kazein oranına sahip. (alfa-s1-kazein inek sütü alerjisine sebep olan proteinlerin başında geliyor.)
• Keçi sütünde alfa-s1-kazeinin oranının düşük olmasına bağlı olarak alerji riskinin düşük olduğu söylense de, sonuçta ürün yine de hayvansal proteinler içerdiği için kutularda alerjen uyarısı yapılmış.
• Ürün alerji diyetinden geçmiş kişiler üzerinde deneneceği zaman mutlaka doktor gözetiminde yükleme olmalı.

--Keçi sütünün bağırsak ve bağışıklık sistemi açısından değerlendirilmesi

• Keçi sütünde bulunan laktoferrin önemli bir biyoaktiftir ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarının düzenlenmesine yardımcı olur.
• İçeriğinde bulunan nükleotitler sayesinde barsak florasını destekler.
• Oligosakkarit (prebiyotik) içeriği anne sütüne daha yakındır ve inek sütüne oranla 4-5 kat daha fazladır.
• Daha yüksek konsantrasyonlarda nükleotit ve poliamin içeriği, böylece bağışıklık sistemi desteği


--Keçi sütünün bağırsak ve bağışıklık sistemi açısından değerlendirilmesi

• Yüksek B1 ve B2 vitamini içerir
• Mineral ve eser elementler olarak kalsiyum, fosfor, potasyum, selenyum içerir.

--Keçi sütünün büyüme ve gelişme açısından değerlendirilmesi

• Anne sütüne daha yakın bir profil sergilediğinden büyüme ve gelişmeyi destekler.
• Omega-3 ve omega-6 yağ asitleri ile beyin ve sinir gelişimine destekler

--Keçi sütünün demir eksikliği açısından değerlendirilmesi.

• Keçi sütü düzenli kullanıldığında demir eksikliğine yol açtığı bilinen bir gerçektir. Bunun sebebi keçi sütünün folik asit açısından yetersiz kalmasıdır. Töpfer Organik Bebek ve Devam sütleri folik asit açısından zenginleştirilmiştir.


NE TÜR KEÇİ KULLANILIYOR VE KEÇİ SAYISI NASIL YETERLİ KALIYOR?

• Avusturya’da ekolojik ortamda yetişen Saanen keçilerinden sütler temin edilir. Üretim Güney Almanya’da Töpfer kalitesi ile üretilir.

ORGANİK OLMA KONUSUNDAKİ DETAYLAR NELER?

• Keçilerin yediği otlar en iyi kalitededir
• Ürünler organik ürün taşıma koşullarına göre taşınır ve her taşıma aşaması firmaya bildirilir.
• Ürünün organikliği uluslararası bağımsız denetleme kuruluşu BCS tarafından denetlenmiştir ve onaylanmıştır. (sertifika yazı sonunda mevcuttur)
• Ürünlerin kutusu üzerinde yer alan “BİO , Organik Tarım, Öko Garantie” ürünün organikliğini tescillemektedir.

Türkiye’nin ilk ve tek organik keçi sütünden üretilen bebek sütü ve devam sütü olan Töpfer Organik Bebek ve Devam sütleri “ARTIK TEK İNADIM SENİN SAĞLIĞIN!” sloganı ile tüm seçkin eczanelerde ve ecza depolarında.Ürünü klasik 30 cc ‘ye bir ölçü toz mama koyarak hazırlıyorsunuz.


Son olarak organik keçi sütü bazlı devam sütünden yoğurt yapımını tarifi ile toplantı notlarımı bitiriyorum.





Töpfer Keçi sütü maması için iletişim:

Daha detaylı bilgi için Töpfer’in sitesini ziyaret edebilirsiniz www.topfer.com.tr
Sosyal Medya hesapları için:
Facebook: HiperFarma
Twitter: Hiper_Farma
İnstagram: hiper.farma






MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.