Merhaba sevgili dostlar sizlere bir şey duyurmak istiyorum. Bundan böyle Muzipo Kids Bahçelievler şubesinde çocuklarımızın psikolojik ve bedensel gelişimini destekleyecek eğlenceli aktiviteler ile her cuma sizlerle olacağım.
Atölye çalışmalarımızın amacı:
•Çocuklarımızın sosyalleşirken öğrenmesi, takım çalışmasına uyum sağlaması,motor gelişimlerinin desteklenmesive bunları yaparken eğlenmesi.
•Yaş gruplarına göre ebeveynli ve ebeveynsiz düzenleyeceğimiz atölyelerimizde çocuklara yaşayarak, dokunarak ve kirlenerek keşfetme fırsatı tanıyoruz. Bu sayede öz güvenlerini desteklemiş ve bilişsel gelişimlerine de katkıda bulunmuş oluyoruz.
•Bazen çok eğleneceğiniz halde kirlenmemek için yapmadığınız, bazen yaratıcılığın sınırlarını zorlarken tıkandığınız, bazen de yapacak bir şey bulamadığınız zaman size çok yakında olacağız.
Her cuma düzenlenecek olan atölye için medya profillerimizi takipte kalın.
Bu hafta itibari ile işten ayrıldım. Zaten geçen hafta ki yazımda da yazdığım gibi bir depresyon hali çökmüştü üzerime. Lina’yı 2 yaşında kadar kendim baktım bu sebepten diğer evladımı da kendim büyütebilmek adına işten ayrıldım. Döner miyim bilmiyorum.
Ayrılmaktaki bir diğer amacım da tabi ki dinlenmek, yeni hayata kendimi bedensel ve psikolojik olarak hazırlamaktı. İzne çıkmadan önce birçok plan yapmıştım. Ama kader bana gülüyormuş meğer ben plan yaparken.
Günlük planım şöyleydi: Öğlen Lina’yı okula bırakacaktım, oradan çam ormanına yürüyüşe gidecektim ve eve gelip, koltuğa uzanıp bol bol kitap okuyacaktım. Geçen şu bir hafta da bir kez bile bunları yapamadım.
Evde olunca hayat o kadar kolay değil ve bir başka çocuğunuz daha varsa dinlenmek söz konusu olmuyor. Hatta “İş yerinde daha güzel dinleniyordum.” diyorsunuz. Öğlen ne zaman oldu, ben eve ne zaman geldim ve akşam ne zaman oldu anlamıyorum bile. Daha sivil hayata alışabilmiş değilim.
Bu arada doğuma az kala doktorumdan da fırçayı yemiş bulunuyorum.
Hamilelik günlüğü yazılarım için ve yazının devamını okumak için buraya tık tık
Gerçek bir köpek gibi davranan akıllı köpek Zoomer çocuklar için mükemmel bir arkadaş.
Sensörleri aracılığıyla insanlarla etkileşime geçebilen Zoomer ile oynamak çok eğlenceli! Zoomer 30 farklı Türkçe komut algılıyor ve bu komutları gerçek bir köpek gibi yerine getiriyor. Mesela “Otur!” diyince oturuyor, “Patini göster!” diyince patisini uzatıyor. Numaraları ile herkesi şaşırtıyor!
Zoomer neredeyse gerçek bir köpekten farksız. Eğer ona komut vermeyi bırakırsanız etrafta dolaşıp türlü numaralar yapıyor; havlıyor, geriniyor, kuyruğunu sallıyor. Onunla bir süre ilgilenmeyince sonunda yorulup uykuya dalıyor. Evde köpek beslemek isteyen çocuklar ve aileler için Zoomer’ın en iyi yanı ise, sahibine gerçek bir köpek bakımının zorluklarını yaşatmaması. Zoomer asla etrafı kirletmiyor, aşıya ihtiyaç duymuyor ya da onu dışarı çıkarmanızı istemiyor.
Zoomer’ın yapabildiği numaralardan bazıları şöyle:
- “Çişini Yap”: Yakınında gördüğü bir nesnenin yanına gider ve bacağını kaldırır. Ama korkmayın, gerçekten çiş yapmaz.
- “Seni Seviyorum”: Ona “Seni Seviyorum” deyince o da “I love You!” diye karşılık verir. Zoomer çok sevgi dolu bir köpek!
- “Uyku Zamanı”: Bu komutu duyunca esner, uykulu bir şekilde inler, daha sonra yere yatar ve horlamaya başlar. Her köpek gibi onun da uykuya ihtiyacı var.
- “Koru Beni”: Zoomer hem akıllı hem de sadık bir dost. Ona “Koru Beni” diyince hırlayarak koruma pozisyonuna geçer ve hareket algıladığında havlar.
- “Bayılma Taklidi Yap”: Sırt üstü yere yatar ve gözlerinde X işareti belirir. Çok numaracı bir köpek!
- “Yuvarlan”: Sırt üstü döner ve yere yatar. Daha sonra tekrar ayağa kalkar.
- “Hadi Oynayalım”: Ona bu komutu verip önüne bir top koyunca onunla oynamaya başlar.
- “Otur”: Ona “Otur” deyince hemen arka bacaklarını düz tutup ön bacaklarını büker. Uslu köpek!
Zoomer çocuklar ve aileleri için sevgi dolu ve sadık bir dost. Eğer onu daha yakından tanımak isterseniz www.zoomerpup.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Evlilik yıldönümü, nişan yıldönümü, doğumgünü, yılbaşı
derken insan bazen sevdiklerine artık ne hediye alsam acaba diye düşünmeye
başlıyor? Oysa sevdiklerinizi mutlu etmek aslında o kadar kolay ki...
İşte size harika bir öneri. Frutation birbirinden güzel meyve
buketi ve meyve sepeti tasarlayan bir site. Bu sitede isterseniz kendinizi
şımartmak için isterseniz de sevdiklerinizi mutlu etmek için harika meyve
tasarımları bulabilirsiniz. 14 ülkede faaliyet gösteren Frutation’ın meyve
sepetlerinden ya da buketlerinden mutlaka deneyin. Üstelik TEB İnternet
Bankacılığı müşterisiyseniz internet şubesine girip kampanya kodu aldığınızda
siparişlerinizde %20 indirim imkanınız oluyor.
Çiçeksepeti.com’u duymayan kaldı mı acaba? Türkiye’nin
pekçok yerine özel hazırlanmış çiçek buketleri, çiçek sepetleri gönderme imkanı
sağlayan ciceksepeti.com kişiye özel tasarımlar yapmakta, gönderim amacına göre
çiçek seçmenize yardımcı olmakta. Ürün yelpazasine çikolata, kek ve kurabiye
gibi gurme lezzetler de ekleyen ciceksepeti.com, şimdi TEB İnternet bankacılığı
müşterilerine çok özel avantajlar sunmakta. http://www.ciceksepeti.com/teb-kampanyasi adresindeki seçili ürünlerde %25 indirim,
diğer çiçek, kek, kurabiye ve çikolata sipairşlerinizde ise %15 indirim
uygulanmakta.
31 Ekim’e kadar devam edecek TEB Çiçeksepeti İndirimi ve Frutation kampanyasından yararlanmak için TEB İnternet
Şubesine girip kampanya kodunu alıp, ilgili sitede sipariş verirken belirtmeniz yeterlidir.
Geçenlerde dışarıda bir şeyler içerken Lina mozaik pasta istedi. Hadi gönlü kırılmasın diye alayım nasıl olsa yemeyecek bana kalacak diye düşümdüm.Genelde böyle şeyleri yemeyen bir çocuk olduğu için yemesine ihtimal vermemiştim ama çocuk bana bir lokma bırakmadan koca dilimi yedi.
Hal böyle olunca bana evde mis gibi anne mozaik pastası yapmak düştü.
Malzemeler
Yarım paket margarin
3 yumurta
3 yemek kaşığı kakao
3 yemek kaşığı toz şeker
1 normal boy çay bardağı süt
1 paket vanilya
2 paket petibör bisküvi
Yapılışı
İki paket bisküviyi ufak ufak parçalıyoruz onlar bir kenarda duruyor. Margarini eritiyoruz ve ocaktan alıyoruz. Erimiş margarin ılınınca içine kakao, yumurta, toz şeker, vanilya ve sütü katıyoruz ve çırpıyoruz. Yaptığımız bu kakaolu karışımı bisküviler ile karıştırıyoruz. Sonrasında yağlı kağıt üzerine koyup şekil veriyoruz.
Yatakta, karanlıkta öylece oğlumun tekmelerinin keyfini çıkardım.Artık tekmeden ziyade içimde döndüğünü ve kolu ya da bacağının yer değiştirdiğini hissediyorum.İçimden birden ağlamak geldi.
Zaten bir önceki yazımda da demiştim;böyle hamilelik bunalımı gibi bir şeyin eşiğinde geziyorum diye, birden delirmiş gibi ağlamak öyle iyi geldi ki. Eşim anlamasın, üzülmesin diye salona geçtim. Üzerime battaniyeyi çekip karanlıkta öylece düşündüm.
Bizi nasıl günler bekliyor bilmiyoruz. Lina' yı elimizden geldiği kadar sürece hazırlamaya çalışıyoruz ama insanın daha diğer bebeği rahmine düştüğü an ilk çocuğu hakkında vicdan yapma olayı başlıyor.
Çok şeyler yaşadık şu 4 yıla yakın zamanda. Kuzumuzu elde etmek için yaşadığımız zor günlerin yanında, zor da bir doğum hikayemiz oldu. Sonra bebeklik dönemi sıkıntıları yaşadık. Alerjiler, ameliyatlar, korkular,büyüme sıkıntıları hepsi ama hepsi geçti. Her yaşadığımız sıkıntıda önce Allah'a sığındık, okuduk araştırdık, yeri geldi uzmanına danıştık. Yaptığımızı elimizden geldiğince evladımızın iyi olması için yaptık.
Şimdi içimde bir bebekle gecenin bu saatinde sessiz sessiz konuşuyorum.
Dün ablan kuzeni ile oynarken, onun elinden bir şey aldığında ona kızdım ve o da bana "Ama o benim otobüsüm anne,oynamasına izin verdim; poşetine koyup eve götürmek istiyor, vermek istemiyorum.Sen bana anlamadan kızdın.Paylaştım ama ona vermek zorunda değilim ki!" dedi. Haklıydı da ama ben kuzeninin annesi babası yanında yok diye onu haklı görüp ablana kızmıştım.
Gece yatarken ablan bana "Anne ben kardeşimi de öpeceğim, ona iyi geceler diyeceğim." dediğinde içime bir hüzün doldu. Zaten bugün yeterince hüzünlüydüm bir de bu eklendi üzerine.İlk defa korktum işte sizi eşit davranamamaktan ya da aranızdaki dengeyi sağlayamamaktan.
Yarın öbür gün hata yaparsam diye,biriniz haklıyken bir diğerinizi incitirim diye korktum.
Biriniz emzirirken diğeriniz tuvalete gitmek istediğinde yetişememekten korktum.
Birinizi 25 ay emzirip diğerinizi ya o kadar emziremezsem diye korktum.
Birinize sarıldığımda diğeriniz incinir mi diye korktum.
Çok daha küçükken annesini babasını paylaşmak ablana nasıl gelir diye korktum.
Ya işte böyle oğlum...
Yetememe,ya yetişemezsem hissi öyle üzerime çöktü ki bir anda kendimi ağlarken buldum.Bu zamana kadar her şeyi yapabilecekmişim gibi hissederken birden her şeyi berbat edecekmişim hissi altında boğuldum.Bu yetememe hissi ile birlikte yetemediğimde, kontrolden çıkarsam, ya her şey sarpa sararsa diye de daha bir dibe battım.
İkiz anneler ya da iki çocuklu anneler beni daha iyi anlar. Birine bir şey alınca bile insan ay öbürüne de bir şey alalım diye düşünüyor hemen. Birinin resmini çerçeveye koyunca öbürü içinde bir çerçeve alınıyor ,doğmamış olsa bile çerçevesi hazır oluyor.
Ben size karşı adaletli olmaya, biriniz diğerini kırdığında eşit davranmaya, biriniz ilgi istediğinde bir diğerini kırmadan ikinize de yetişmeye çalışacağım.Tabi ki babanızda öyle.
Bu yazı da böyle dursun işte.
Nasıl insan evladına yetişebilecek mi korkusu yaşıyorsa,evladı bir kardeşi olması durumunun altından kalkabilecek mi diye de korkuyor.
İşte bu düşünceler ile sabahı sabah ettim. Sonra önce karnımda tepinen miniğimi sevdim, sonra odasında uyuyan kızımı öptüm. Ve her şeye rağmen rabbime bize onları nasip ettiği için şükürler ettim. Ne de olsa "Allah dağına göre kar verir." değil mi?
Bu hafta beni öyle yordu ki anlatamam. Sanki 50 kilo almış gibiyim. Yokuş çıkmak, yana dönmek, eğilmek tam bir işkence olmaya başladı. İlk hamileliğimde bu denli zorlandığımı hiç hatırlamıyorum. Artık eski kotlarım da olmuyor. Bir alışveriş zamanı daha geldi.
Değişen ağırlık merkezi ile dengesizliklerim başladı. Anlayacağınız beni bahar mı çarptı, hamilelik mi yordu bilemem ama tuhaf bir hafta geçirdim. Geçen haftalarda kendimi son derece enerjik hissediyordum ama artık o enerjimden eser yok.
Daha önceki hamileliğimde bu denli yorgun olmamamın bir diğer sebebi ise başka bir çocuk ile ilgilenmiyor olmak. Önceki hamileliğimde eve gelince direkt uzanırdım ve anneciğim yemeğimi önüme getirirdi. Şimdi de akşamları yemeklerimiz annemde yiyoruz ama sonrasında benimle oynamak için can atan bir minik olunca dinlenmeye fırsat kalmıyor. Bunun yanında olur olmadık şeyler bana batmaya başladı. Yok efendim bu yastık neden böyle duruyor. Ayakkabı dolabı neden karıştı. Yok efendim neden saçlarım çok dökülüyor. Böyle anlamsız şeylere ağlamaklı olmaya başladım.
Haftaya böyle başlamıştım. Kendimi çok hantal hissediyordum ve canım bir şey yapmak istemiyordu. İstanbul trafiğinde akşamları eve yorgun gelmek ve sonrasında çocuk ile ilgilenmek beni çok yoruyordu. Giyinmek ve kendime bakmak işkence gibi geliyordu. Bu gidişe bir dur demek lazımdı ve benim onu bile yapacak halim yoktu.
Sonra düşündüm taşındım ve kendime zaman ayırmaya karar verdim. Bir kadına en iyi gelen şey nedir? Tabi ki alışveriş ve bakım. Ben de tam bunu yapacaktım. Hiç vakit kaybetmeden hemen bu akşam kendi manikür setim ile manikürcüye gidip sonrasında da biraz alışveriş yapacaktım. Sonuçta hamileliğim gayet güzel gidiyordu ve bana destek olan bir aileye sahiptim. Başkası olsa “Sana rahat battı herhalde!” derdi.
Durumumu biraz araştırınca karşıma “annelik hüznü” çıktı. (baby blues)
Peki nedir bu annelik hüznü?
Hamilelik günlüğü yazılarım için ve yazının devamını okumak için buraya tık tık
“2. trimesterin son haftalarında olmak insanı hayrete düşüyor.5 hafta 5 günlükken hamile olduğumu öğrendim ve o gün sanki dün gibi. Aldığım 3 kilo ve değişen ağırlık merkezim dışında hayatımda pek bir değişiklik yok. Sakin bir hamilelik geçiriyorum.” Yazımı hazırlarken aslında bu cümleler ile başlayacaktım ama hamilelikte olan olağan kabul edilse de insanı yoran şeylerin hepsinin bu hafta başıma geleceğini nereden bilebilirdim.
Hamilelikte diş eti kanamaları:
Önce dişlerimi fırçalarken el bileğime kadar akan kanlar ile başladık ilk güne. Hafta boyunca kanamalar devam etti. Hala da ediyor. Yemek yemeyi bırakın, su içmek bile işkence. Hamilelik sebebi ile değişen damarsal yapı yüzünden diş etleri şişiyor ve tahriş oluyor, bu sebeple de daha yumuşak bir diş fırçası ile yola devam etmek ve diş bakımını doğru yapmak çok elzem. Bunun için diş doktorumu aradım. Olağan bir durum olduğunu söyledi. Ben sık sık ısırarak elma yiyordum, bu tahrişleri yeme şeklim de tetiklemiş. Artık keserek lokmalar halinde yiyorum.
Hamilelikte burun kanamaları:
Gece sık sık uyanıyorum. Sebepsiz yere öyle uyanıyorum işte. Uykuya dalmak zor olmuyor. Geçen gece uyandığım bir anda ağzımda kan kokusu ve burnumda tıkanıklık sezdim. Yine diş etlerim kanıyor sandım. Burnumdan nefes almaya çalıştım ama o sırada hapşırdım. Bir ıslaklık sezdim yüzümde. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittiğimde bir baktım ki –abartmıyorum- her yerim kan içinde. Salonda yatmıştık o gece, salona döndüm. Koltuk, yastık her yer kan. Hamilelikte normalmiş, yine değişen hormonların sebep olduğu hızlı kan akımı yüzünden, damarlar genişlemesine rağmen bazen bu basınç damarlara fazla geldiği için kanamalar görüşebilirmiş.
Hamilelikte şişkinlik:
Ne yersem yiyeyim kendimi patlayacak gibi hissediyorum. Gaz yapan şeylerden uzak durmaya çalışıyorum ama sadece balık bile yesem fena halde şişiyorum. Bazen kasıklarıma bazen de böbreklerime vuran gaz sancılarım oluyor. Bunu atlatabilmek için yapabildiğim tek şey yürüyüş. Yemeklerden sonra yarım saat yürüyoruz eşimle. Çok faydasını gördüm tavsiye ederim.
Hamilelikte uyku sorunları:
Sanırım bu bir hazırlık. Evet bebeğim büyüyor ve yeri daralmaya başladı ama bunun yanında sebepsiz baş gösteren uyanmaların bir anlamı var. Sanırım anne bebeği olunca sürekli uyanacak diye vücut kendini deliksiz uykulara veda ederek geleceğe hazırlıyor.
Sık idrara çıkma:
Aslında bu hamilelikte son derece normal bir durum. Yine vücuttaki kan üretiminin artması sonucu böbrekler fonksiyonlarını arttırıyor ve bunun sonunca sık idrara çıkma isteği doğuyor. Ayrıca rahmin mesaneye baskı yapması da sık idrara çıkmanın bir sebebi. Eğer idrara çıkarken yanma ve ağrı yoksa endişelenecek bir durum yok demektir. Yine de gece sürekli uyanmak sizi rahatsız ediyorsa yatmadan önce çok sıvı almayın. Ben hem bebeğin uyanmalarına hazırlık olacağı için, hem uyandıktan sonra uykuya kolay geçebildiğim için hem de üzerini örtmeyen kızımı daha fazla kontrol etme olanağı sağladığı için halimden memnumum. Yalnız dışarıda iken daha az tuvalet kullanmaya hatta hiç kullanmamaya hijyen açısından önem veriyorum. Siz yine de yanınızda yedek iç çamaşırı bulundurun. Ne olur ne olmaz yakında kaçırmalar başlayabilir.
Hamilelik günlüğü yazılarım için ve yazının devamını okumak için buraya tık tık
24. hafta gündemimizde şeker yükleme vardı. Bir ton spekülasyon eşliğinde insanın yükleme yaptırması da bir hoş oluyor. Bir kısım ekol yaptırın diyor - ki bunlar çoğunlukta- bir başka taraf ise asla yaptırmayın diyor. Hatta öyle ileriye gidiyorlar ki “Bu cinayettir!" diyebiliyorlar.
Ben bu konuda doktoruma güvendim. Onkoloğumdan fikir aldım ve şeker yükleme yaptırdım. Artık önceden yaptıkları gibi, önce 50 gramlık yükleme yapıp onun sonucuna göre 100 gramlık yapmıyorlar. Direkt olarak 75 gramlık 2 saat süren bir yükleme yapılıyor ve onun sonucunda gestasyonel diyabet olup olmadığınıza karar veriliyor.
Yükleme nasıl yapılıyor derseniz, şöyle:
12 saat açlık ile hastaneye gidiyorsunuz ve parmağınızdan açlık kan şekerinize bakılıyor. Daha sonra 75 gramlık bir çözelti içiyorsunuz. Evet, tadı kötü ama berbat değil. Sonra birer saat ara ile kanınız alınıyor ve yemek yiyebiliyorsunuz.
Açken bir solüsyon içmek ve bunun üzerine 2 saat daha beklemek çok sevimli değil ama hamilelik boyunca kontrollü yemek de çok sevimli değil. Daha önceki hamileliğimde sürekli diyet yaptım. Çünkü gestasyonel diyabetim çıkmıştı. Bu sefer ki hamileliğimde çıkmadı. Bu sebepten insanın suni şeker ile yapılmış bir dilim pastayı yemek için ne kadar heveslendiğini iyi bilirim.
Genelde şeker yükleme yaptırmanın sakıncasında şuna değiniliyor: Kontrollü yemek ile zaten şeker çıkmaz, idrardan takip yapılabilir, içilen ilaç bir bebeğe hacminden çok daha fazla şeker yüklemektir. Ve sonunda bu bir cinayettir ile bitiriliyor. E peki madem böyle bazı insanlar kontrollü yemesine ve diyetlerini asla bozmamalarına rağmen neden insülin iğnesi kullanmak zorunda kalıyorlar.
Hamilelik günlüğü yazılarım için ve yazının devamını okumak için buraya tık tık
İki hafta önce küçük ağabeyim siz Pelit'in çikolata müzesine gittiniz mi dedi? Biz de "Öyle bir yer mi var?" dedik. Gerçekten de öyle bir yerin varlığından haberimiz yoktu. Ben hemen internetten bakıp Lina' ya gösterdim.Tabi benim bile bayıldığım resimleri görünce o da gitmek için heveslendi.
Sosyal medyadan takip edenler bilir bayram tatiline girmeden önce başımıza ufak bir kaza gelmişti. Bu sebepten bayramda İstanbul dışına çıkmayacaktık. Boş günlerimizi değerlendirmek için bir plan yaptık ve bunlardan birisi de Pelit Çikolata Müzesi' ni gezmekti. İyi ki gitmişiz dedik.
İçeri girer girmez bizi tüm samimiyeti ile karşılayan Ayşegül Tan hanım, gezi boyunca bize eşlik etti. Mekanın her noktası hakkında bize bilgiler verdi. Mekana girdiğiniz an önce pastane ve restaurant bölümü sizi karşılıyor. Oradan asansör ile Çikolata müzesinde daha sonra da pasta müzesine geçiyorsunuz.
Not: Mekanı ailecek gezdik ve herhangi bir ücret ödemedik. İlgi ve alakalarından çok memnun kaldık ve bu sebepten bloğumda paylaştım. Herhangi bir reklam söz konusu değildir. Siz de hafta içi 13:00 - 16:30 saatlerinde, hafta sonu 11:00 - 15:30 saatlerinde ziyaret edebilirsiniz. Toplu firma veya okul ziyaretlerinde kişi başı 25 TL. Sanırım bir çok çocuk için bir çok görevliye yer veriyorlar. Çünkü müzedeki ürünlere dokunmak yasak. Özellikle çikolata müzesinde her yer çikolata olduğu için dokunulmuyor zaten.
Bu geziyi fotoğraflar eşliğinde anlatmak daha zevkli olacak.
Girişte bizi bu güzel avize karşıladı.
Gelen misafirlere çikolata çeşmesinden çikolata ikram ediyorlar.
Bu da çikolata şelalesi, bu gördüğünüz alanda her şey blok çikolatadan yapılmış. Her yer mis gibi kakao kokuyor. Oda belirli bir ısıda tutuluyor ama üşümüyorsunuz.
Bu ev komple çikolatadan. Lina bir ara yanlışlıkla elini değdi resmen eline çikolata bulaştı.
Burada "Nuh'un Gemisi" konsepti çanlandırılmış.Yine tüm her şey çikolata. Bir ara Lina inanmadı hepsinin çikolata olduğuna Ayşegül Hanım "Al bak hepsi çikolata." diyerek bir tane hayvancığı kırdı,içini gösterdi.Bizim ki şok.Sonra ona bir çikolata hediye ettiler.
Burada Sultanahmet meydanı birebir yapılmış. Tüm malzeme çikolata. Yerebatan Sarnıcı bile yerin altında olacak şekilde tasarlanmış.
Bu kakao ağacı.Bu ağaç da çikolatadan yapılmış.Aşağıdaki resim kakao çekirdekleri.
Aşağıda gördüğünüz bu resimde likör içinde kakao bitkisi saklanıyor.Orjinal hali bu.
Çikolata Müzesinden sonra pasta fabrikasına geçtik. Burada tüm ürünler satılanların birebir kopyası yalnız maket. Gezinin her aşamasında Ayşegül hanım yanımızda ve bizi bilgilendiriyor.
Bu kuklalar hareketli ve şarkı söylüyorlar.
Aşağıdaki resimde Şirine'nin arkasında pasta yapılan atölyenin bir kısmı gözüküyor. Eskiden oranın da resmini çekebiliyormuşuz ama şimdi yasak. Ustaların eldiven kullanılmamasından tutunda bir çok şey konu olmuş. Bu sebepten fotoğraf yasak. Siz istediğiniz kadar atölyeyi seyredebiliyorsunuz. Pastayı resmen oyun hamuru gibi kıvama sokup iki dakika içinde kaplıyorlar.
Pelit'de üst düzey bir temizlik sistemi var.Bir kere yerde bir damla kırıntı göremedim.Her usta işini yaparken anında temizleyen bir personel var. Personelin elleri ve kıyafetleri mola giriş çıkışlarında bile özel bir makine ile denetleniyor.Cidden içerisi pırıl pırıl.
Çocuklara hatıra olsun diye bir çok alan ayarlamışlar.Burası Pamuk Prenses ile resim çektirebileceğiniz bir alan.
Buradaki tüm ürünlerde çikolatadan yapılmış.
Çocukların resim çektirmesi için yaptıkları alana 3 boyutlu tablolar ve 3 boyutlu arka fon ayarlamışlar. Fotoğraf çekince sanki inek sağıyor, uçurumdan düşüyor ya da köpek balığı ile boğuşuyor gibi duruyorsunuz.
Tesiste bir de minik hayvanat bahçesi var.Ayrıca çocukların binmesi için de bir minik at.
Bu güzel çikolata müzesi ve pasta fabrikası İstanbul Esenyurt'da .Pelit'in tüm pastaları buradan çıkıyor.Yolunuz düşerse ya da tatlı bir aile gezisi yapmak isterseniz tavsiye ederim.
Hayatım boyunca çalışkan bir öğrenci olmadım ben.Annem toplantılardan hep üzülerek çıkardı.Konuşmayı çok sevdiğim için derslerde hep konuşurdum.Çünkü beni anlayan,içine çeken,şefkat gösteren ve şans tanıyan bir öğretmenim olmamıştı hiç.İlkokul öğretmenimin adına facebook da açılmış "A.G. den dayak yiyenler." diye bir grup var artık durumu siz tahayyül edin.
Devlet okulunda okudum.Hayatımda sevdiğim dersler el işi dersi,iş teknik dersi,resim dersiydi.Matematik dersinden nefret ederdim.Sınıfı kümelere ayıran öğretmenimiz çalışkanlar,orta dereceliler ve tembeller diye kategorilere ayırmıştı bizi.Tıpkı pazardaki sebze meyvenin iyisi daha iyisi ve en iyisinin fiyatlandırıldığı gibi.Dersi hep o çalışkanlar kümesine bakarak anlatır ve tembeller kümesine hep daha fazla ödev verirdi.İnadına yapmazdım. E nasıl olsa tembel yaftasını yemiştim bir kere.
İşte o zaman daha bir nefret etmiştim okuldan.Evin kıymetlisiydim ama anlatmazdım pek okulda olanları.Sadece annemler görüşmeye gittiklerinde dersi dinlemiyor,sürekli konuşuyor ve sözlülerde başarısız cevabı alırlardı.Babam dilin döndüğünce konuşurdu benimle.Dayak yemedim ben hiç böyle sebeplerden ailemden ama okulda dayak yediğim oldu.Orta okula geldiğimiz zaman -bizim zamanımızda ilkokul 5 yıl,sonra 3 yıl orta okul,sonra 3 yıl lise vardı-bu dayaklara susmak çok manasız gelmeye başlamıştı.İlk okulda cetvelle ellerimize vuran, kulaklarımızı iki büklüm yapan öğretmenimize 45 kişi neden ses çıkarmamıştık da sınıftaki Selva'nın beyin travması geçirmesini beklemiştik.
Orta okul dönemim de aynı şekilde geçti.Evde ödev yapmaktan nefret ederdim ben.Teneffüs aralarında yapardım.O annesiz yetişmiş annem ve çok çalışan babam üç lokma ders çalışayım diye ne taklalar atarlardı.Babam yetemediği yerde özel hoca tutardı ama nefret ederdim o hocalardan da.Hepsi okulda dersi adam gibi anlatmayan,özel ders kisvesi altında yazılı sorularını veren tiplerdi.Bir coğrafya öğretmenimiz vardı.Sunay hanım ,kocası ile dünya gezilerini anlatır. "Ay çocuklar Danimarka'dan aldım bu cüzdanımı bilmem kaç paraya." diye başlar,gezdiği gördüğü yerleri anlatırdı.Böylece ülkeler hakkında bilgi verdiğini zannederdi.
İyi öğretmenlerimizde yok değildi.Bir resim öğretmenim vardı -Gönül Kavak- onu asla unutmam.Ben hareketliyim,45 dakika derste oturarak durmak bana sıkıcı geliyor,bu seferde çeneme vuruyor diye bana asistanlık görevini vermişti.O derste çizeceğimiz nesnenin yerini hazırlardım sıkıldığımda beni anlar "Çok daraldın bir dolaş gel." derdi.Asla hiperaktif değildim,konsantrasyon sorunum yoktu.Belki de sadece anlaşılmak istiyordum.Benim resimle alakam o zaman başladı.Çizgi çalışmam ve avuç içi tekniği ile yaptığım sulu boyam birincilik almıştı.Her seferinde dolma kalem kazansam da mutluydum.Çünkü beni anlayan bir öğretmenim vardı.
Ben ne zaman o büyük dersleri dinledim biliyor musunuz? Dershaneye başladığımda.Final dergisi dershanesine gidecektim.Bir matematik hocası geldi sınıfa, Ali Zengin'di ismi.Harika bir öğretmendi.Önce hepimiz deli zannetmiştik.Tek bilinmeyenli denklem anlatıyor :Çocuklar üçle beşi öpüştürüyoruz,yediyi aşağıya tekmeliyoruz,gel bakayım x sen buraya.Hooppp sonuç 18.Sonra bir kimya hocası geldi.Adnan Yılmaz.Allah'ım dünya şekeri bir insan adamın bir atom-iyon-periyodik cetvel anlatışı var sanki en sevdiğim masalı anlatıyor.Etüt odasında bir öğretmen var, Betül hoca,nasıl tatlı ses tonu ile matematik anlatıyor.Ben deli gibi havuz problemi çözüyorum.
E şimdi ben hep aynı benim ama nasıl derslerden zevk alıyorum? Nasıl eşit ağırlık öğrencisi iken deli gibi kimya çözüyorum.Hatta daha da başarı gösterip okulda hiç görmediğim o dersin sınavlarında her soruyu doğru yanıtlıyorum.Nasıl biliyor musunuz? Öğretmenimi severek.
Bir çocuk için hele ki küçük bir çocuk için -ne kadar zamane çocukları çok şekilci ve maddiyatçı olabilseler de - aslında okul masasının çok yeni olması önemli değil.Esas önemli olan; çocuğa aşılanan güven,sevgi,bağlanma duygusu,şefkat,empati. Belki bir öğretmen yanıma gelip de "Kızım sen ne çok konuşuyorsun geç öne otur ya da geç arkaya otur!" demeseydi ben çok daha mutlu olacaktım.Bakın dikkatinizi çekerse çok daha iyi bir öğrenci olacaktım demiyorum ÇOK DAHA MUTLU OLACAKTIM diyorum.
Bu yazıyı akşam akşam neden mi yazdım:Ülkemizde iyileştirilmeye çalışılan eğitim sisteminde öğretmenlerin çok zor şartlar altında ve düşük maaşla çalıştıklarını,bu durumun onların sosyal hayatını etkilediği gibi eğitimci kimliklerini de etkilemeye başladığını farkındayım.Bunun yanında eğitimci kimliği altında insanlıktan nasibini alamayan,bir çocuğun duygularını incitmenin ileri hayatı için ne kadar önemli bir durum olduğunu anlamayan,öğretmen olmayı sadece çocuğu kör şekilde disipline etmek zanneden ve duygularını anlamak yerine "İşimi yaparım,paramı alırım!" mantığı ile çalışan insanların hem de özel bir kurumda sergiledikleri tutumun minik bir yavruya öğretmenlerinin mezarını çizdirecek kadar derin bir yara açtığını okuduğum için.
Yazı yazar tarafından yayından kaldırıldı,bu yazımın revize edilmemiş halinde yazıya link vermiştim ama artık okuyamazsınız.Yazıda çocuğunun dört yıl boyunca okulda ne kadar dışlandığından,türlü psikolojik baskıya maruz kaldığından,bunları sadece iyi çocuk olmak için yaptığından ve annesinin bunu anlamadığından bahsediyordu.Daha da bir ton şey hatta ilkokulda öğretmenlerinin mezarlarını çizip annesine vermişti.Yazan bizzat çocuğun annesiydi ve oğlundan özür diliyordu.
Oradaki anneye acımasızca sen kaç yıldır bunu neden fark etmedin demek ya da buna neden daha önce müdahale etmedin demek bana/bize düşmez.Şu an olayın vahametine vardığına göre demek ki zamanında bir çıkmazda, ne olduğunu anlayamadığı bir durumdaydı.Belki anasından babasından karşı koymamayı öğrendi,sustu,sindirildi.Yaşanan bu psikolojik travmanın etkilerini minimize etmek onun elinde artık.Bu konu hakkında daha fazla söylenecek söz yok!
Ne demiş bir kızılderili :Başkasının makosenleri ile üç ay yürümeden onun hakkında kanaat getirme.
Sizi çok sevdiğim bir akademisyen ve köşe yazarı aynı zamanda da kariyeri başarı öyküleri ile dolu olan sevgili Dr. Özgür Bolat'ın eğitim sistemi ve mutlu çocuk hakkındaki şu videosu ile baş başa bırakıyorum.