Kan ter içinde kalmışım.Yukarıya bağırıyorum "Anneeeeeeeyyaaaahhh acıktım ben,bir de su!" Arkadaşlarımda annelerine sesleniyorlar,kısa bir süre sonra sandviçlerimiz için annelerimiz sesleniyor.Evlerimize ellerimizi yıkamak için giriyoruz.Ve yeniden kapının önündeyiz sandviçlerimizi yiyoruz sonra oyuna devam.

Biirrrr çık...
İki çıkkkkkk...

Lastik atlıyoruz,yakar top oynuyoruz,bazen dokuz aylık bazen de çamlak çömlek patlatıyoruz saklambaçta..Sonra bir ses camiden.

Allah-u Ekber.... Allahhhuuuuu Ekber.

Akşamı ezanı bu,büyük ağabeyim ve babam işten gelmeden evde oluyorum..

Başka günler kiremit parçalarını mermerler arasında kırıp, azıcık su döküp çocuk falı bakardık,bazen de akşam sefalarının çiçeklerini ezip suyuyla makyaj yapardık kendimize.Kapı önünde evcilik oynamalar da cabasıydı..Bizim sitenin karşısında bir erik ağacı vardı, rahmetli Kadir amcanın erik ağacı,biz sanki evimize erik girmiyormuş gibi gizlice onun ağacına tırmanıp erik aşırırdık.

Böyle geçti çocukluğum,annemin mutfak camından gördüğü alan çerçevesinde sokakta oynardım ben.Elim ayağım toz içinde kalırdı bazen.Bir kaç kere de kafam yarılmıştı dut ağaçlarına taş atarken.

Annemin görüş mesafesinden ayrılsam sesini duyardım.Mervveeeeeeeee!!! Hemen cevap verirdim. Burdayım anneeeee!!!

O zaman anlamazdım annemin bu telaşesini.Ne olacak ki derdim azıcık uzaklaşsak..Sonra bizler büyüdük, hepimiz çocuk sahibi olduk.Zaman değişti,teknoloji gelişti ;buna paralel olarak kaygılarımız arttı ve yabancılaştık.Şimdi ne mümkün korkmadan kapıda çocuğunu oynatmak.

Hiç unutmam lohusalık dönemimde annemin komşusu Şükran teyze "Çocukların kakaları hala tırnaklarımızda,biz bezleri şakır şakır kaynatırdık,siz de hazır bezle annelik mi yapıyorsunuz? Sizin zamanınızda olsam 7 değil 17 çocuk yapardım." demişti."Yapmazdın bence.Senin zamanında iş çok ama insanlık da çoktu.Bizim zamanımızda iş az ama insanlık yok.Bunun yanında değişen doğa ve toplum şartları,gelişen teknoloji vb. şeyler yüzünden, biz sizden çok daha fazla yoruluyoruz." demiştim."Aman ne çok biliyorsunuz siz!" demişti o da bana.

Biz gelişen sistemle yabancılaştık birbirimize,elimizde teknolojik aygıtlar bir tweet atacağız diye kucağımızda bebek emzirdik belkide.

Belki tuvalete kaçtık çocuğumuz bizimle oynamayı beklerken,whats app'da iki iletiye cevap yazacağız diye.

İG'de resim ekleyelim,aman facebook'da yorum yapalım diye,elimizde iphonelar, ipadler yabancılaşmadık mı birbirimize.

Ne kadar zaman oldu çekirdek aile hiç televizyon açmadan,elimize telefon almadan konuşalı.

Aslında uzun yıllar önce başladı sevgisizleşmemiz.Çok şeyi yitirdik biz ve bizden önceki kuşaklar.

Kimse demedi ailelerimize "ceza" kötü bir şeydir,döner dolaşır boğar kendi çukurunda vereni diye.

Kimse demedi çocuğa her koşulda iyisin demek,her anını pofpoflamak değil ki anne babalık diye.

Kimse demedi babanın çocuk gelişiminde ne kadar önemli olduğunu,oysa bize baba eve ekmek getirir demişlerdi.

Kimse demedi anne saçını süpürge etmek zorunda değil,saçını süpürge eden anne iyi anne değil;yetemeyen anne,yetişemeyen annedir diye.

Kimse demedi "Git odanda bekle!" Karanlıkta kal!" cezaları zedeler yüreği en derininden diye.

Kimse demedi çocuk gelin olmaz,çocuk oyun oynar sadece diye.

Kimse demedi çocuğunu hep al kucağına; sev,sar,alışmasından  korkma diye.

Kimse demedi sevmek her istediğini almak,bir dediğini iki etmemek değil;sevmek sorumluluk vermek,bilinç kazandırmak,hayata hazırlamak diye.

Kimse demedi fiziki şiddet bedeni değil yüreği yaralar diye.

Bodoslama büyüdük belkide hepimiz,anneannelerimizden gördüğü gibi yetiştirdi bizi annelerimiz.Dedelerimiz otorite simgesi oldu,babalarımız korktu belkide onların yanında bize sarılmaya ya da "Baban geliyor bak he!" diye korkutulduk,baba böyle bir şeydi zamanında.

Sonra ne oldu;ödülle öğreten,ceza ile korkutan,sevmeye kucaklamaya korkan,baba despotluğunda,anne yorgunluğunda yetişen nesiller birer canavara dönüştü.

Şimdi ne kadar hümanist olsak da "Ama yeter, bu adamlar idam edilsin,ölmeden önce işkence yapılsın." diyebiliyorsak.Bunlarda hiç mi payımız yok.Kimden mi bahsediyorum ,umarsızca çocuk öldürenlerden.

Kaç tane katilin , psikopatın aile yapısı incelendiğinde sevgisiz,ötelenmiş,mutsuz,istismara uğramış,şiddet görmüş bir çocukluk yatıyor biliyor muyuz?

Bu nedenle asalım keselim demek yerine elimizdeki emanetleri iyi yetiştirmeye bakalım.Teknoloji ile bazı zaman kazandığımız ama çoğu zaman kaybettiğimiz zamanı,ödül-ceza ile yetiştirildiğimiz çocukluğumuzun izlerini,babalarımızın hayatımıza etkilerini,yorgun annelerimizle büyümemizi,belki bir dediğimizin iki edilmediği ama sevgi hisssetmediğimiz çocukluğumuzu bunların yarattığı tüm izleri silerek ya da silmeye çalışarak yetiştirelim çocuklarımızı..

Kimse ben çoook mutlu bir çocukluk yaşadım demesin,ben de çoook mutlu bir çocukluk yaşadım ;ama geçmişte hepimizin ailelerinin bir defosu var tıpkı bizim de defolarımızın olduğu gibi.Hatasız olmak sadece Allah'a mahsus.Şimdi bize düşen bunları minimize etmek.

Hani diyoruz ya keşke Kars'da tecavüzden sonra başı taşla ezilerek öldürülen Mert için bir şey yapabilseydik,keşke dün ölü bulunan 6 yaşındaki Gizem için bir şey yapabilseydik...

Şu aileden sorumlu devlet bakanı sus pus durmasa keşke,daha caydırıcı cezalar olsa da bunlar yapmaya yeltenemese keşke,keşke Taksim'de sallandırsalar üç beşini,keşke idam geri gelse,işkence odaları olsa..Keşkeee.

Çözüm müdür peki bunlar? Hiç sordunuz mu hangi anne evladı katil olsun ister?

Tek çözüm ne biliyor musunuz?

Sevmek

Herkes yanındakini sevecek,eşini sevecek,evladını sevecek ama öyle ölüyorum uğruna değil,onun iyiliği için zaman gelecek değişecek,gelişecek,onunla büyüyecek.Sevgiyle yetişen insan zaten vicdanlı olur,korkar zarar vermekten.İşte o zaman devletten,cezalardan,kanunlardan beklemeye gerek kalmadan iyi bireyler yetiştirebilir,işte o zaman bu çocuk katliamlarının sonu gelir.









23 Nisan Kutlu Olsun


Lina'nın okulunda 23 Nisan kutlaması 12 Nisan 'da yapıldı.Çünkü okulumuz Avrupa Kolejinin konferans salonunun kullanıyordu.Lina öğretmeninin anlattıklarına göre hazırlık aşamasında çok heyecanlıydı tek derdi kızların etek giyiyor olmasıydı kendisi bu takıntısını da kendi kendine çözdü ona yeter ki sen mutlu ol dedik o da bizi üzmedi.







Sonra şarkı fransızca söylediler



Sonra ingilizce şarkı söylediler 



Sonra çılgınca dans ettiler 

Gösteri olmadan önce biraz endişe ettim mizaç itibari ile sahnede olmak hoşuna gitmeyebilirdi ya da utandığı için sahneden inmek isteyebilirdi.Sonra Gamze (@Gamzecihan81) bir yazı gösterdi,keşke böyle olsa dedi.Önce endişelendim ama görüştüğümde çocukların iç huzurunun ön planda tutulduğu bir organizasyon olacağı söylendi..Sadece onların eğlenmeleri ön planda tutulduğu için de çocuklar genelde mutluydu.

Bu tarz gösteriler sahneye çıkmak istemeyenler çocuklar için travmatik olabilir ama eğer değilse-çocuk buna hazırsa-harika bir deneyim.Çocuk eğer istemiyorsa sırf onu sahnede görmek ya da kendi egolarını tatmin etmek için bunu yapan ebeveynler,asla yapmasın.İleride topluluk fobisinden kadar giden bir travma geçmişinin temellerini atmış olabilirsiniz.Bence burada devreye giren konu çocuğu tanımak ve güvenmek.Hem okul hem de ebeveynler çocuğu iyi tanıyıp ona göre karar verirse;öz güven tazeleyen ve çocuğu mutlu eden bir deneyim oluyor böyle günler.İşte böyle bir gündü bizimki de,şükürler olsun.

İnsanın evladını sahnede görmesi çok acayip bir şey,çok duygulanıyorsunuz.Öğretmeni bile ağlamış onun sahneye çıkmasına ."Acaba çıkmaz mı diye çok endişe ettim.Onun da sahnede olmasını çok istiyordum.Beni çok mutlu etti.Bugün çok yerde duygulandım ama bir tek Lina beni ağlattı." dedi.

Kızıma :Bir tanem baban ve ben seni sahnede görünce çok mutlu olduk.Kendine güvenip sahneye çıkman ezberlediğin şarkıları söylemen,ânın tadını çıkarman bizi çok mutlu etti;şunu bil ağlayıp sahneye çıkmak istemesen de biz yine senin yanında olurduk.Çünkü biz seni yaptıklarınla,yapamadıklarınla ve yapmak istediklerinle yani her halinde sevmeye yemin ettik,seviyoruz da...


Bazen onun mutlu olması için bir çok plan yapıyorum.Gidilecek yerler,görülecek mekanlar vs. ama o "Ben şuraya gitmek istiyorum anne." dediğinde akan sular duruyor.

Pazar günü onu sinemaya götürecektik,istemedi."Ben Filli Park' a gitmek istiyorum." dedi.Biz de evimize çok yakın olduğu için yürüyerek Filli Park' a gittik.

Orada minik ağaçlardan yapılmış bir labirent bölümü var.Zemini kiremit parçası gibi minik ufalanmış kumlarla doldurma,normalde çok sağlıklı bir oyun aracı değil; ama Lina ona kırmızı kum diyor ve oynamayı çok seviyor diye biz de izin veriyoruz.




Bayılıyor bu kırmızı toprakla oynamaya.Saçını başını toplamadan heyecanla giriyor labirentin içine.




Özgürce oynasın diye hiç karışmıyoruz.Üstü  mü kirlenmiş,yüzü gözü mü batmış hiç ikaz etmiyoruz.




Arada saçı başı karışınca düzeltmeye kalkıyor,ellerindeki tozlar yüzüne yapışıyor.




Arada bir de gülümsüyor."Çok mutluyum anne-baba." diyor.O an biz de çok mutlu oluyoruz eşimle.




Koşmak,doyasıya koşmak yapmayı en çok sevdiği şey.Tüm çocuklar gibi.





Arada bir de böyle bilmiş bilmiş bakıyor yüzümüze.İçimize sokasımız geliyor.Maaşallah kuzumuza...




E madem burası Filli Park fillerle oynamadan olmaz.




Üzerini kırmışlar diye üzülüyor minik fil için,canı yanıyordur belki acısını geçireyim diye sarılıyor.Çocuk işte....




Böyle masum...




Böyle cesur...




Böyle de özgür...




Bu aşağıdaki kolaj Lina'nın geçmeye ilk zamanlar korktuğu minik köprü.Minicikti korktuğu zamanlarda.Şimdi fotoğrafını çekmek için hızına yetişemiyorum.




Çocuklar ufacık şeylerle mutlu oluyorlar.Onları en çok mutlu eden şeylerden bir tanesi de parka gitmek.Masrafsız ve zahmetsiz ;ama sonunda mutlak mutluluk olan.Ne de olsa onlar mutluyken biz de mutluyuz.


Rabbim evlatlarımızın hep mutluluklarını göstersin bizlere.

Sizi biraz tanıyalım?

• Kimdir Mutlu Anne Ve Çocuk?

   Merhaba ben mutlu anne Hüsniye mutlu çocuk da kızım Zeynep. Bu son günlerde ikinci kızımı kucağıma almanın heyecanını yaşıyorum bunu da bloğum' da okuyucularımla paylaşıyorum.

Yazmayı ve okumayı seviyorum küçük şeyler benim hayat kaynağım, yeni şeyler keşif etmeye meraklı kızıyla ve eşiyle küçük yuvasında vakit geçirmeye bayılan 33 yaşında bir anneyim.




• Nasıl bir annesiniz?

    Aslında onu kızım Zeynep'e sormak lazım. Ama anneliğin hakkını vermeye çalışan biriyim. Kızım okuldayken zaman hiç geçmiyor ona çok alışmışım. Eve gelince de birlikte bir şeyler yapmak için heyecanlanan bir anneyim. Ama şimdi bebeğim olunca kızıma yeterince vakit ayıramayacağımdan dolayı tedirginim. Annelik ne kadar kutsal bir olay bu hamileliğim sırasında daha iyi anladım.



• Çocuğunuz/çocuklarınız kaç yaşında/yaşındalar?

    Kızım şuan 6 yaşında.
    Bir iki gün içinde bir kızım daha dünyaya gelecek.




• Çocuğunuzla/çocuklarınızla nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Çok güzel bir soru benim en keyif aldığım zamanlar kızımla geçiyor. Şuan 1. sınıfta olduğundan ders ve ödev  programı yoğun geçiyor. Onu okuldan aldığımda hava güzelse arkadaşlarıyla parkta oynuyor eve gelince ders yapıyoruz hafta içi vakit kalırsa el becerisini geliştirecek kesme yapıştırma aktiviteleri yapıyoruz. Vaktimiz olmazsa hafta sonuna kalıyor. En sevdiği ise birlikte kek yapmak. 

• Blog hayatınız nasıl başladı?  

Blog okumayı seven birisiydim artık benim de birilerine yol göstermeyi, yardımcı olabileceğimi düşünerek başladım. Kızıma ileride güzel bir anı olarak kalacağını düşünüyorum. İyi ki de başlamışım bu sayede çok güzel insanlar tanıdım.

Neden “Anne ve Çocuk” bloğu olmayı tercih ettiniz?

Çünkü annelerin tecrübelerini birbirlerine aktarmaları çok önemli. Bildiklerimi diğer annelerle paylaşmak için ve çocuklarıyla iyi vakit geçirmeleri için öneride bulunmak için anne ve çocuk bloğuyum.

•Blogda ağırlıklı olarak nelerden bahsediyorsunuz.

Çocuklarla nasıl vakit geçirilir, Hamilelik tecrübelerim, evde yaptığımız aktiviteler ve küçük mutluluklarımı paylaşıyorum.

•Blog aleminde görüştüğünüz kişiler var mı?

Çok istedim ama bir türlü yüz yüze görüşme fırsatım olmadı. Ama sanal olarak hep iletişim halindeyim.


•Sanal dostluklara inanır mısınız?
 Bana iletişim halinde olmak onlardan moral almak ve vermek iyi geliyor. Blog alemini seviyorum.


Son olarak söylemek istedikleriniz.

Her annenin ve anne adayının benim bloğumdan öğreneceği bir çok şey olduğuna inanıyorum. Tüm yazdığım postların içeriği annelere fikir vermek için. Ben de başka bloglardan çok şey öğrendim.
Ayrıca bu röportajlar sayesinde birbirimizi tanıma fırsatı verdiğin Merve 'ciğim sana çok teşekkür ediyorum.
Eminim biz anne çocuk blogcularının birbirimizi takip ettikçe karşılıklı çok faydamız oluyordur.


Sevgili Hüsniye katıldığın için ben teşekkür ederim.


Ay bu çocuk kimseyle iletişim kurmuyor.
Kızım/oğlum selam verir misin?
Yahu nereye gitsek kucağımdan inmiyor,topluma karışmıyor.
Merhaba desene neden kaçıyorsun.
Yabani bu yabani .
Korkmana gerek yok yapabilirsin.
Hadi çocuğum saklanmana,çekinmene gerek yok çık ortaya.
Gel buraya söz dinle.
Kızım/oğlum utanmasana.
Misafir gelse paçamdan ayrılmıyor.

Yukarıdaki cümleler size tanıdık geliyorsa çocuğunuz yabani falan değil öz güven problemi yaşıyor olabilir.Eskilerin çekingenlik yeni dünyanın öz güven eksikliği dediği şey bir çok temele dayanabiliyor.
  • Yalnız kalma isteği ve toplum içinde iletişim kuramama
Çocuk öz güven eksikliği yüzünden yalnız kalıyor ve çekingen davranıyor.Hata yapmaktan şiddetle korkuyor ve hata yapacağım korkusu ile toplum içine karışmaktan uzak duruyor.

  • Toplu oynanan oyunlardan/yarışlardan uzak durma.
Kaybetme korkusu ile baş edemeyen çocuk topluca oynanan oyunlardan uzak durur.Asla beceri gerektiren faaliyetler içinde olmaz;çünkü hep kaybedeceğini düşünür.

  • Şiddete eğilim
Aşırı öz güvensizlik durumunda çocuklar şiddete meyilli olurlar.Kendilerini ifade edemediklerinde bunu şiddetle gösterirler.Başa çıkamadıkları duyguları için vurmak,itmek gibi davranışlarla bu duyguyla baş etmeye çalışırlar.

  • Aşırı hareketlilik ve söz dinlememe
Bazı çocukların her ortama girip çıkmaları,hareketli olmaları çok öz güvenli olduklarını düşündürse de, bazen bu öz güven eksikliğinin bir göstergesidir.Ortamda yaptıkları yaramazlıklar; ilgi odağı olup söz dinlememenin altında bireysel başarısızlıklarını örtme gibi duygulardan kaynaklanıyor olabilir.

  • Sürekli eleştirel olma
Öz güven eksikliği yaşayan çocuk sürekli etrafındakilerin olumsuz özelliklerini ön plana çıkarmaya çalışır.Böylelikle kendilerinin eksik yanlarının gözardı edileceğini düşünürler.

  • Övgü ve yergiye tepkili olmaz 
Öz güven eksikliği olan çocuklar övüldüklerinde veya yaptıkları bir şey beğenilmediğinde tepki verirler.Yaptıkları şeyler yüzünden pozitif veya negatif bir şey duymak hoşlarına gitmez.

  • Olumlu ya da olumsuz eleştiriye asla tahammülleri yoktur.
Yaptıkları şeylerin başkaları tarafından değerlendirilmesi hiç hoşlarına gitmez.Her şeyi kendilerinin bildiğini düşünürler.


Çocuklarımıza öz güven kazandırmak için ne yapmalıyız ?



  • Onları cesaretlendirin.
Ama bunu bazı bilinçsiz kişilerin önerdiği gibi çikolata,şeker teklif ederek değil de onlara bir şeyi başardığı zaman ne kadar mutlu olacaklarını göstererek yapabiliriz.Örneğin:Size çamaşır asarken mandal vermesine izin verin.Bu yaptığının sizin işinizi kolaylaştırdığını ve çok mutlu olduğunuzu dile getirin.Onlara öncelikle atından kalkabilecekleri sorumluluklar verin ki başarma duygusunu tadabilsinler.

  • Onlara sorumluluk verin
Mesela beceremeseler de yataklarını kendileri toplamaları konusunda destek olabilirsiniz.Bir çim adam ya da çiçek alıp onu her gün sulaması için telkinde bulunabilirsiniz.Akşamları sofrayı kurmaya yardım edebilirler.Oyuncanlarını toplamak ya da dişlerini düzenli fırçalamak vb.. Bunları yaptıklarında elde edecekleri şeyleri güzellikle anlatabilirsiniz.Güzel dişler,solmamış bir çiçek,toplanmış bir yatak....

  • Onlara sonsuz destek olun
Burada demek istediğim onların yorulmasınlar diye her işlerini yapmak,kucakta taşımak,yemesine yardım etmek değil.Tam tersine kıyafetlerini kendi giymeleri için teşvikte bulunmak,dökse de kendi yemesine izin vermek,zaman zaman özgür olmaları için onları uzaktan gözlemlemeye izin vermek.

  • Onlara her koşulda yanlarında olduğunuzu anlatın
Çocuğunuzu bir işi ya da görevi yapamadığında asla azarlamayın,ona verdiğiniz değeri bu tepki ile belli etmeyin.Yaptıkları ve yapamadıkları ile her koşulda onları sevdiğinizi anlatın.



Bize gelince:

Lina,ben işe başladıktan sonra değişti.2 yaşında kadar ona ben baktım ve sanırım gelişiminin en çalkantılı döneminde onu bırakıp işe gitmek zorunda olmak çocuğu etkiledi.Bakacak olan kişi annemdi ama yine de bazı aksaklıklar oldu.
Annem bana göre daha korumacı ve panik,bunun yanında -emanet olduğu için-yemesine,içmesine,giydiğine kadar her şeyde fazla korumacı..Yürümesin zaten zayıf diye kucağına taşır,giyinirken yorulmasın diye yardım eder tipik anneanne yüreği.
Lina okula bu sebepten başladı,kendi kendine yetebilmeyi öğrensin,tek başına da bir yerde durabilsin,bunun yanında sosyalleşsin,annemin yetemediği yerlerde okul desteklesin diye.Hafta içi her gün 11:30 17:30
arası okulda.Yalnız zamanla çocuk tuhaflaştı,insanları görünce konuşmaz oldu,biri sevmeye kalksa kafasını çevirdi,bensiz bir yerde durmayı asla istemedi vs vs...
Biz ne yaptık.Okul ile başladığımız bu kendini yeniden buluş ve büyüme çabası içinde onun gelişimi için yaptığı faaliyetlerini yapabileceği konusunda onu destekledik ve ona güvendik 
Sürekli toplum içine girdik,çocuklarla iletişim içinde olmasını sağladık.Yavaş yavaş kendine güveni gelince aradan çekildik.Arkadaşlık kurmasına ve kendini savunmasına fırsat verdik.Örneğin :Parkta bir sorun yaşadığında bize gelip söylediğinde "Sen bu konuda arkadaşını güzelce uyarabilirsin." dedik.Uyarma konusunda biz araya girmedik.Kapasitesine göre görevler verip onun kendine daha fazla güvenmesini sağladık.Örneğin:Akşam yemeğinde masayı kurmak,fasulye yetiştirmek,tuvalet ihtiyacını tamamen kendinin görmesini sağlamak gibi.Saklambaç oynarken hep kendi sobelemek isterdi,biz sobelediğimiz zaman küserdi ona her zaman kendisinin kazanamayacağını kaybetmenin de olabileceğini anlattık.


Botanik Park tanımadığı çocuklarla arkadaşlık kurup oyuncaklarını paylaşırken

Çocukla ilgilenme onun seviyesine inip düşünme ve onu anlama her zaman işe yaradığı gibi öz güven konusunda işe yaradı.Zamanla Lina fırındaki amcayla konuşmaya başladı,okulda sahneye çıkmaktan çekinmedi,dün akşam çok büyük oyun alanında tek başına durabildi vs vs...

Bu ara bol bol minibüse biniyoruz bizim güzergah da şoförlük yapan suratsız amcaların cesaretini kırmasına izin vermeden "2 kişi alır mısınız?" dediğinde bu iş tamamdır. :))

Her çocuk gibi Lina'da zaman zaman bir şeyleri takıyor kafaya.Bu aralar da küçülmüş şeyleri giyme ve bazı şeyleri giymek istememe durumu var.

Son zamanlarda da etek giymeme konusunda diretmeye başlamıştı.Biz de baskıyla olmayacağı için kendi haline bırakmaya karar vermiştik.Bıraktık da ;ama gel gelelim 23 Nisan gösterileri için etek bulmamız gerekti.Kızlar beyaz bluz,kırmızı etek;erkekler beyaz tişört,kırmızı pantolon giyeceklerdi.



Aradık taradık bulamadık bir kırımızı etek,bulduklarımızın da bazılarını sevmedik.İş başa düştü ben de kumaş aldım oturup dikeyim dedim.Ta ki bu sabah Lina'nın bel ölçüsünü almak istediğim ana kadar.Önce küstü ,ölçü vermedi;sonra ağlamaya başladı.Oysa kıyafet konusunda eşimle karar aldığımız gibi hiç ısrar etmemiştim.Sadece öğretmenine "Söyler misiniz kızların etek giydiğini ama ısrar etmeyin!" dedim.Ondan sonra da giymek istemezse hiçbir şey demeyecektim.Nitekim sonunda Lina "Giyeceğim anne." demişti ama bu sabah olay ters tepti.

Lina bana "Anne ben etek giymek istemiyorum,sadece senin ve öğretmenimin isteği için giyeceğim ama ben mutsuz olurum.!" dedi..Kafamdan kaynar sular indi,sorduğumda direkt kabul etmesinin altında -aslında annem etek giymeyi sevmediğimi biliyor ama yine de sorduğuna göre,giyeyim bari- içerlemesi yatacağını nereden bilebilirdim.

Sonunda ona önemli olanın duyguları olduğunu ve etek giymek istemiyorsa gitmek zorunda olmadığımızı söyledim.Gitmek istediğini;ama etek giymek istemediğini söyleyince okulumuzu aradım ve onlarda "Kıyafet kısımı hiç önemli değil ,nasıl istiyorsa öyle giyinsin ve önemli olan onların bayramında onların mutlu olması." dediler.

Lina'ya gösteriye gidebileceğini,pantolon giymesinde sorun olmayacağını söyledim.Zaten olsaydı okul konusunu gözden geçirebilirdim.Keşke başından beri öyle olsaydı ama neyse...Okulunda kendi içinde kıyafet belirleme konusunda haklılık payı var diye ses etmedim.

Öğlene doğru evden çıkıp okula gitmeden önce annem aradı "Lina seninle konuşmak istiyor." dedi.

Lina bana " Canım annem seni çok seviyorum.Etek kumaşlarını kaldırdık biz.Akşama bana şam fıstığı al olur mu?" dedi.

İlk zamanlar Lina'nın bu kıyafet diretmeleri olunca ben de otorite kurmaya çalıştım ama yanlıştı ve tavrımı değiştirdim.İyi ki de değiştirmişim.Çocuk konudan öyle rahatsız olmuş ki etek kumaşlarını bile görmeye tahammül edememiş,kaldırmışlar.

Çocuğumuz bizim rehberimiz,bize yol gösteren ve bizi yönlendiren onlar.Giymesin etek ya da gitmesin istemediği şeye,ne çıkar ki diye düşünürken  Öznur (@laedri) söyledi "Elif yazı yazmış yine ,okuyun." diye son zamanlardaki her yazısında olduğu gibi bu yazısında da göz yaşlarına boğuldum.Aslında ne kadar boş şeyler ile uğraşıyoruz ve hayatta çok büyük problemler sandığımız şeyler,ölüm karşısında ne kadar da önemsiz.

Varsın etek giymesin,varsın uyumasın,varsın yemesin....Yanımızdalar ya....

Sevgili Elif'e  (elfony) bu sayede bir kez daha hayran olduğumu,evladını kaybedişi karşısındaki metanetini takdir ettiğimi,bu takat ve dirayet karşısında onun çok güçlü bir insan olduğunu düşündüğümü de belirtmek isterim.






9 Nisan sizin için ne ifade eder bilmiyorum; ama benim için hayatımın dönüm noktası,huyumun değiştiği,bedenimin değiştiği,kötü şeyler yaşadığımı sandığım ama uzun vadede kişisel gelişimime en büyük katkısı olan olayla yüz yüze geldiğim günün yıl dönümü.

11:20 tam 5 sene önce bu saatte ameliyattan yeni çıkmıştım.Şiddetli ağrı ile herkese "Ben asla çocuk yapmayacağım ,sezaryen çok kötü bir şeymiş!" diye defalarca söylemişim.

O dakikalardan kısa bir süre öncesine gidersek:

Arkadaşlarım kapı önünde ağlarken,eşim ve ailem bahçede ağlarken,annem acilde şekeri 300 olmuş yatarken ben narkoz etkisiyle sayıklamaya "Rahmimi aldılar mı?" diye sormaya takat bulmak için ağzıma bir parça su versinler diye sağ sola yalvarıyordum.Kimseye söylemesem de sağlık sektörünce çalışmanın da verdiği bilinçle, ameliyat öncesi yapılan tetkiklerimin tümör belirteçleri için yapıldığını,içimdeki kitlenin tümör olma ihtimalinin yüksek olduğunu,en kötü ihtimalle rahmimi kaybedebileceğimi bilerek ameliyata girdiğim için,ayılırken de sorduğum soru doğal olarak "Rahmimi aldılar mı?" olmuştu.

Ameliyatın beklenenden uzun sürmesinden sonuçlar acaba kötümü endişe taşıyan herkes doktorların çıkıp ameliyat hakkında bir açıklama yapmasını bekliyormuş.İçimde varlığı tespit edilen 8,5 cm'lik tümörün alınıp yumurtalığımın kurtarılacağı umudu ile beklense de ,doktorlar çıkıp "Durumun sandıkları kadar basit olmadığını,endometriozis (çikolata kisti) diye açtıkları yerden büyük bir tümör çıkardıklarını söylemişler.Bunu yaparken sol yumurtalığımı kurtaramadıklarını."  anlattıklarında eşimin tek düşündüğü bu kadar gençken başıma gelen bu şey yüzünden çekeceklerim (kemoterapi vs) ve bana bu durumu nasıl söyleyeceği olmuş.

Bu sebepten de ilk sorduğum zaman bana her şeyin yolunda olduğunu ve yumurtalığımı kaybetmediğimi söyleyivermiş.Hayatında yaşadığı en zor ve sonradan en pişman olduğu an olarak ifade eder bu anı.

Ve sonrasında ben kayınvalidemin uyuduğumu sandığı bir anda,bir arkadaşına telefonda söylerken duymuştum olayın aslını.Herkesi odadan kovup bağıra bağıra ağlamıştım.Bir umut içimden kist alındığına inandığım o anda vücudumun ve kadınlığımın bir kısmını kaybettiğimi düşünmüştüm.

O zamanlar yaşayacağımız zorlu günler ve  hatalı ameliyat sebebi ile hayatımızın bir anda değişmesi ile miniğime kavuşma planlarımızı biraz erteledik 

Bu yaşadıklarımın neden benim başıma geldiğini hiç düşünmedim.Tek merak ettiğim şey içimdeki o kitlenin ne kadar zamandır benimle olduğuydu.İnsanın inançlı olması bir çok şeyi kabul etmesine ve bir sonraki engeli aşmak için güçlenmesine yardımcı olan yegane şey bana göre..

Yumurtalık Kanseri


Dışında kocaman Kanser Hastanesi yazan bir binanın, bu hastalığı yaşayanlar tarafından görüldüğünde, onları üzebileceğini düşündükten bir gün sonra o hastanenin onkoloji bölümünde "Yumurtalık Kanseri" teşhisi almak zor tabi.Ben o dönemde kemoterapi görmeli miyim ya da içimdeki tümörle tüp bebek yapmalı mıyım sorularının içinde göğüslediğim yükün ne kadar büyük olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Hayat denen şey bize emanet verildi.Biz ona ne kadar sahip çıkarsak,seçimlerimizi ne kadar doğru yaparsak o kadar gülüyor bize.Bir nevi "Ne ekersek,onu biçiyoruz." fakat bizim irademiz dışında yaşadığımız şeyler var. Onların bizim için bir imtihan olduğunu ve yaşanacak ne varsa elimizden geldiğince doğrusunu yapmaya çalışarak yaşamamız gerektiğini bilmemiz elzem.Kahretmenin ve isyan etmenin bir faydası olmadığını biliyoruz.Bu sebeple başımıza gelenlerle barışık yaşıyoruz ve kaygılarımı minimize edip önümüze bakıyoruz.

Kontrol takibimi yapan doktorlarımdan biri Sevgili Prof. Dr. Tugan Beşe "Siz hastalığınızı kanıksamışsınız bu saatten sonra ancak siz izin verirseniz size bir şey olur.Bana yaşananları çok rahat özetlediniz ve kanser kelimesini hiç çekinmeden kullanabildiniz.İlk zamanlar anlatırken bile ağladığınızı ve ameliyat olduğunuz hastanenin önünden geçemediğinizi düşünürsek,kısa zamanda büyük bir gelişme gösterdiniz.Bence bu iş bitti.Kontrollerinizin arasını açabiliriz." demişti.

Demem o ki herkesin kontrol mekanizması farklı, kimi tamamen benimseyerek, kimi hiç bahsetmeyerek yapıyor bunu.Kimi yoga reiki yapıyor,kimi namaz kılıp ibadet ediyor.Neticede inançla her şey oluyor.Ben yaşadığım her şeyin altında bir sebep olduğunu düşünüyorum.

Tüten her zaman der: Yaşadığımız şeyler bizim kişisel gelişimimizi tamamlamamız için bir sınav.Ben bu sınavda 5 senedir var olmama rağmen daha gelişimimi tamamlayamadım.Bu sağlık sıkıntısı yüzünden bir süre çok kaygılı oldum ve bunu çocuğuma da yansıttım.Ne zaman ki işler tersine döndü kaygıların kaygıları getirdiğini öğrendim, işte o zaman silkelendim.

Bu yazıyı bu sebepten yazıyorum:

Hayatınızda yaşadığınız şeylerin size yansıması mutlaka olacak ama bunu en aza indirmek,etkilerini kendinize ve çevrenize en az şekilde yansıtmak sizin elinizde..İnsan inanırsa patolojik hastalıkların gerilemesine sebep olacak kadar güçlü bir inanç sistemine sahip,sadece kullanmasını bilmek lazım.

Biz önce Allah'a sonra kendimize inanarak bu güzel yavruya kavuştuk. Kavuşamasaydık bu da bizim için bir sınav olacaktı.Şükür ki mevlam nasip etti.İsteyen herkese de nasip etsin.



NOT:Hastalığımı öğrendiğimde hiçbir sağlık sıkıntım yoktu ilk defa gittiğim kontrolde ortaya çıktı.Lütfen jinekolojik kontrollerinizi ihmal etmeyin.

Okuyanlar bilir Lina yaratılış itibariyle iştahsız bir çocuk.Et yer,sebze yer,tahıl da yer;ama canı isterse. Mesela bugün koca bir tabak semizotu yedi diyelim,iki hafta sonra ya da bir hafta sonra verdiğimde ağzına sürmez "Ben bunu yemem!" der vb.Bu sebepten onun öğünlerinin içerik bakımından zengin olması benim için önemli.

Yaş 3,5 hala kemik iliği için her hafta kasabım bana koca koca kemikler ayırıyor.Bunları öyle çok supersonic anneyim densin diye yazmıyorum ;çünkü değilim.Sadece mutfakla uğraşmaktan çok keyif alıyorum ve konu çocuğum olduğunda ona besin değeri yüksek şeyleri yedirmeyi tercih ediyorum.Yeri geldiğinde paketli gıda ya da birkaç kez fast foot yediği de oldu ama çoğunlukla çocuğum için evde pişirdiğim şeyleri çeşitlendirmek ve zenginleştirmek hobim benim.

Geçenlerde bir markette bir kadın yana yıkıla kinoa arıyordu.Diyetinde bunu kullanıyor diye koca markette gezmediği yer kalmadı.Ben de merak ettim nedir bu kinoa diye işte buymuş:

Kinoa,


Yenebilir tohumları için tarımı yapılan Chenopodioideae alt familyasından bir bitki türüdür. Tahıllara benzer yönleri olsa da Buğdaygillerden değildir, ıspanak ve pancar gibi bitkilere daha yakındır.Tahıllara kıyasla kinoanın besin değeri oldukça iyidir. Lizin gibi temel amino asitler ve bol miktarda kalsiyum, demir ve fosfor içerir.100 gram kinoa 372 kalori, 5,8 gram yağ, 69 gram karbonhidrat, 6 gram lif içerir.Kinoa genellikle pirinç ile aynı şekilde pişirilir ve çok çeşitli yemeklerde kullanılır. Kinoa yaprakları, ıspanak gibi bir yapraklı sebze olarak da tüketilebilir, ancak bu şekilde satıldığı nadir görülür.


Resimde görüldüğü gibi ince bulgurdan biraz daha minik taneleri var.Bu haşlanmış hali.

Sonra doktorumuza sorup almaya karar verdim.Ben bunu neye katsam, nasıl yedirsem derken omletine katmak aklıma geldi.Hafif haşladım ve tel peynirli omletin içine iki yemek kaşığı kinoa koydum.

Siz de çocuğunuzun öğünlerinde ,çorbasında ,krebinde,omletinde,muhallebisinde  vb. kullanabilirsiniz.

Küçük bir not:Sadece yemek içinde pişerek değil de yemeğe sonradan katılması besin değerinin ölmemesi açısından elzem.


Kaynak :Vikipedi

İçinde olmaktan mutluluk duyduğum bir projeden bahsedeceğim size.Geliri TÜRGÖK'e bağışlanacak
ve ayrıca sesli kitap haline getirilen "İmza Ben" kitabı bahsettiğim.Bu kitapta bir çok değerli isim,
tanıdığım arkadaşlarım ve tanımadığım bir çok başka kişi ile ben de yazım ile yer aldım
Herkes hayatında bir yerde anlam kazanan kişiye ya da kişilere duygularını döktü.Bakalım kimlere yazmışız.
Merak edenler için kitap satışta.Keyifli okumalar dilerim.




KOLEKTİF KADIN MEKTUPLARI SERİSİ NOKTAYI KOYUYOR:

“İMZA: BEN”

Kadınlara son bir söz söyleme fırsatı sunulursa…
Babalara yazılan mektuplardan oluşan “İmza: Kızın”la başlayan serüven, geçen sene bu zamanlar kocalara, eski eşlere, hayali prenslere yazılan mektuplardan oluşan “İmza: Karın” ile devam etmişti. Seri, kadınların “İmza Ben” diyerek imzaladıkları ve “son bir söz” söylemek istedikleri kişilere yazdıkları mektuplarla sona eriyor. 

Canan Tan, Cemre Birand, Çiçek Dilligil, Derya Baykal, Ece Vahapoğlu, Esra Harmanda, Nazlıcan Özkan, Sevinç Erbulak, Şafak Pavey, Yonca Tokbaş  gibi 154 kadının geçmişleriyle, gelecekleriyle, kendileriyle, sevdikleriyle, sevmedikleriyle hesaplaştıkları mektupların  bir araya gelmesiyle ortaya çıkan “İmza: Ben”, kitapseverler ile buluşuyor.



Kitapta mektuplarına yer verilen kadınlar, serinin ilk kitabı “İmza: Kızın” derken hayatlarındaki ilk erkek olan babalarına mektuplar yazmışlardı. Yanlarında olan, olmayan veya bir kez dahi göremedikleri babalarına. Kimi teşekkür etti, kimi kırgınca “Sana ihtiyacım vardı. Neredeydin?”dedi. Kimi erkenden göçüp gidenlerin 
arkasından gözyaşı dökerken, bir baba gölgesi bile hissetmeyenler “Kulağıma küpe olacak bir sözünüz bile gelmiyor” diye hesap sordu.

Sonra kız çocukları büyüdü, hayatın içinde kadın olarak durmayı öğrendi. Bu sefer “İmza: Karın”’da sözümüz “o adama”ydı. “Ruh eşim” deyip aşkla dolu olandan “Mezarına gelip bu mektubu okuyacağım” deyip nefretini
 kusana kadar geniş bir yelpazede mektuplar yazıldı.

154 kadın, noktayı İmza: Ben diye imzalayarak koyuyorlar. Kime, ne diyecekleri varsa onu diyerek. İmza : Ben’de sevgi bulacaksınız. İmza : Ben’de öfke bulacaksınız. İmza: Ben’de şükür, azim, korku bulacaksınız. 
İmza: Ben’de hayatın ta kendisini bulacaksınız.

Yazarlarının en saklı hayallerini okuyacağınız kitabın geliri, serinin diğer iki kitabı gibi yine çok güzel bir amaca hizmet için ayrılıyor.  İmza: Ben kitabının telif geliri, görmeyenlerin dünyasında da minik de olsa bir ışık yakabilmek hedefiyle, bu yıl 10. Yılını kutlayan Türkiye Görme Özürlüler Kütüphanesi’ne (TÜRGÖK) bağışlanıyor. Kitabın ayrıca sesli kitap versiyonu da görme engelliler için TÜRGÖK tarafından oluşturuldu.Yaşama bir kez daha kadın gözünden bakmak, yüreğinden geçenleri anlamak isterseniz İmza: Ben size eşsiz bir fırsat sunuyor.

Esra Aylin Akalın & Banu Özkan Tozluyurt
#imzaben

Facebook: https://www.facebook.com/imzaben

• Kimdir.......?

Merhaba Herkes,

Nazlıhan Şevik ben. Mira Şimal’in annesi, blog yazarı ve editörüm. Dijital bir ajansın ortağı ve Kreatif Direktörüyüm. 4,5 yıllık evli, 17 aydır anneyim. Ama adımın Mira Şimalle özdeşleşmesi beni en çok mutlu edeni… Bir etkinlikte ya da tesadüfen sosyal medyada “siz Mira Şimal’in annesisiniz değil mi?” diye sorduklarında yaşadığım tatmin, hiçbir titrinin yerini tutamaz.




• Nasıl bir annesiniz?

Uu, çok fena... Kontrolcü ve deli!
Çok okuyan, her şeyi bidik bidik araştırıp, emin olmadan hareket etmeyen kontrolcü ama bir o kadar da bireysel gelişime inanıp, özgürlüklerini destekleyen bir anneyim. Rahat, geniş bir anne olamasam da bazı konularda esneyebiliyorum. Aslında bu titizlenmelerim özellikle sağlık, eğitim ve güvenlik konularında. Diğer konularda daha rahatım, yani sosyal ve psikolojik gelişim, bakım vs. Mesela şöyle örnekleyeyim; ilaç, yanlış beslenme, uyku eğitimi vs. konularda katıyım ama sosyalleşme konusunda esneğim. Doğumundan beri çok gezdik, hep kalabalık ortamlara girdik, çocuğumu sevdiler de, öptüler de “ay ne yapıyorsunuz demedim” hasta olan kişi kendini çekiyor zaten veya Miroş koltuğun tepesinde diyelim, dikkatle izlerim ama kendi başına inmesine müsaade ederim, çıkma diye kızmam, indirmem de. Hasta olmasın diye kalın giydirmem, mikrop kapmasın diye çimenlere çıplak ayakla basma zevkinden mahrum etmem, saçma bir şey yapıyorsa fevri davranmamaya çalışırım, denemesine fırsat veririm.



• Çocuğunuz kaç yaşında?

Kızım 17 aylık şuan da.



• Onunla nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Yeni yeni oyun kurmaya ve bizi de o oyunlarına dahil etmeye başladı. Önceden biz ona oyun kurup katılmasını bekliyorduk. Şimdi evcilik takımlarındaki fincanlara hüüüp dolduruyor sözde, bize zorla içiriyor, bebeğini ata bindirip gezdiriyor, kitap okuyor-muş gibi yapıyor. Birlikte en çok “deliriyoruz”. Çünkü tüm gün çok özlüyorum, akşam yemek seremonisi bittikten sonra delirme saatimiz bizim. Yerlerde yuvarlanmaca, leylek leylek, fış fış kayıkçı, atçılık, süpermencilik, kedi köpek olmacalık yani sonunda “offf çok yoruldum” diyecek ne kadar oyun varsa… Uykuya doğru daha yavaş aktiviteler, kart, kitap, şekil bulmaca vs. Evde olduğum günler daha sakin geçiyor tabii, resim yapıyorum ona şimdilik yapamadığı için, onun bilebileceği hayvanları, nesneleri çizip, soruyorum.




• Blog hayatınız nasıl başladı? 

En eski bloggerlardanım aslında 2004’te html’le şablon falan yapıyorduk. Hani zengin metin editörünün bile olmadığı, bir harfi italik yapmak için <i>…</i> kodu yazdığımız zamanlardan beri yazıyorum. Tabii dünyam değiştikçe yazı alanım da değişti, eskiden edebiyatla ilgilenirdim şiir, deneme falan. Mutlu oldukça yazamıyorsunuz ya, köreldim şimdi. Sonra hergunluk.com ‘da günlük yaşantıya dair yazmaya başladım. İzlediğim filmden, okuduğum kitaba, gittiğim bir cafeden, aldığım bir bluze kadar her konuda… Sonra bir gün anne olacağımı öğrendim ve bunu kesinlikle yazmalıyım diyerek herhaftalik.com’u açtım, hergunluk.com’a link verdim ve o günden beri hergunluk’e dönemedim. Hamileliğimde hafta hafta bebek gelişimiyle başladım, şimdi herhaftalık tüm maceralarımızı yazıyorum.




•Neden “Anne ve Çocuk” bloğu olmayı tercih ettiniz?

Tercih değil, zorunluluk oldu.Hayata dair en büyük, en güncel konunuz o, en büyük konumunuz o! (annelik)


•Blogda ağırlıklı olarak nelerden bahsediyorsunuz?

Hamilelikte başladığım için hamilelikte yaşanan fiziksel ve duygusal değişimlerden tutun, bebek alışverişine, yeni doğan bakımından, sağlığına, eğitimden, oyuna kadar her konuda yazıyorum. Daha önce bir kadın dergisinde anne-bebek bölümü editörlüğü de yaptığım için Mira Şimal’de yaşamasam bile bir bebeğin yaşayabileceği pek çok evreyi, annelik, ebeveynlik üzerine pek çok başlığı konu ediyorum. Ama tabii ki büyük bir çoğunluğu kendi kızım üzerinden, bizim yaşadıklarımız, bizim hislerimiz, bizim sorunlarımız...


•Blog aleminde görüştüğünüz kişiler var mı?

Olmaz mı, kategori bloggerlarıyla illa ki bir araya geliniyor zaten. Yani eğer aktif ve sosyalseniz, e bir de İstanbul’da yaşıyorsanız, annelerin birbirinden güzel organizasyonlarına kayıtsız kalmak imkânsız.


•Sanal dostluklara inanır mısınız?

Dostluk için gereken enerjinin nerede olduğu hiç önemli değil, önemli olan onu yakalayabilmek. Blog ve sosyal medya sayesinde tanıştığım o kadar müthiş insanlar var ki…


• Son olarak söylemek istedikleriniz?

Herhaftalik.com hafta hafta bebeğimin ve anneliğimin geliştiği bir kayıt defterinin dışında, birbirinden güzel insanlarla tanışıp, birbirimizden çok şey öğrendiğimiz bir platform haline de geldi. Bundan dolayı inanılmaz mutluyum. Okuyan, deneyimlerini paylaşan herkese çok teşekkür ediyorum. Ve tüm bloggerlar adına şunu söylemek istiyorum: Bloggerın (hemen hepsinin) en büyük motivasyonu yorumdur, yorumlarınızı,
paylaşımlarınızı lütfen esirgemeyin.


{Burayı yayınlayıp yayınlamamak konusunda düşündüm inan,utanırım ben :) }

Ve Bal Yanağın Hikayesi, öncelikle şunu söylemeliyim; bu kadar tatlı bir blog ismi olamaz. Uzun zamandır seni de takip ediyorum, kızınla ilişkin, doğallığın, inancın ve samimiyetin o kadar güzel yansıyor ki buraya, bu yüzden tebrik ediyorum seni. İkincisi de bana kalbin kadar temiz bir sayfa… haha yok yok demedim…J Böyle güzel bir oluşum yaratıp, bana da bu güzel fırsatı sunduğun için çok çok teşekkür ediyorum.

Sevgiyle hep…

Son zamanlarda ben

Öyle bir ruh hali içindeyim ki,bir şeyi yapmak istiyorum mecalim yok.Dinleniyorum ama dingin değilim.Sabah kalkıyorum sürekli bir yorgunluk hali.Sonbaharda kuru dalların düşürdüğü bir yaprak gibi dalımdan kopunca savrula savrula yere iniyorum;ama indiğimde olmak istediğim yerden çok uzaktayım.

Akşam eve geliyorum çocuğum oyun ister -haklı olarak- ben yemek yapmalıyım;ama çocuk daha önemli diye ocağa alel acele bir yemek koyuyorum ya da herkes uyuduktan sonra yapıyorum.Sonrasında at,eşek,saklambaç ebesi,lego asistanı,doktor,boya tutucu,kitap okuyucu olmak suretiyle o gün neyi canımız istiyorsa kılıktan kılığa girerek günü tamamlıyoruz.

Yanlış anlaşılmasın bunların hiçbirini yapmaktan dertli değilim,hele çocuğumla ilgilenme ve yemek yapma kısmı en sevdiğim şeyler ama bunları yapmaya halim yok.Sabahları yataktan kendimizi kazıyarak kalkıyoruz,zinde olmak için düzenli spor da yapıyoruz, iyi besleniyoruz;ama yok anacım gece 22:25 de yatıp sabah 07:30'da da kalksak,dinlemiş olmuyoruz.Sürekli kendimi ne olacak bu halsizliğim ne olacak bu isteksizliğim derken buluyorum.

E tabi bunda ülke durumumuzun da fazlasıyla etkisi var.Son 9-10 aydır yaşadığımız normal şeyler değil.Gezi olayları ile başlayıp ülkenin bugün ki durumuna gelmesi ile devam eden süreçte hepimiz çok yorulduk.İnsanlığımız,değer yargılarımız,kardeşliğimiz,akrabalığımız,dinimiz,imanımız,paramız pulumuz her şeyimizi sorgular olduk.Hangi tarafı desteklersek destekleyelim hepimiz bir alem olduk.

Ülke desen bir tuhaf.Geçmişte çeşitli aşağılanmalar yüzünden bilenen bir kesim şimdi kendini önemsenmiş sanıyor,bunu kullanan bir kesim de  sazı eline alıyor.Arada bir başka kesim baş kaldırıyor.Sonunda ne oluyor bazı canlar yitiyor,bazı kesim daha da bileniyor vb. Neticede hepimiz bir tuhaf oluyoruz.Normalde bu dönemlerde bizleri bahara giriş çarparken şimdi ülke vaziyeti de çarpıyor.

Artık bahar çarpması mı dersiniz ülke hali mi dersiniz bilmem; ama bir isteksizlik,bir halsizlik aldı gidiyor.Allah'dan ailem var her manada yüzümü güldüren,varlıklarına binlerce kez şükrettiğim,arkadaşlarım var dertleşip görüştüğüm, whatsapp gruplarım var arada deşarj olup gülmekten öldüğümüz ve bir diğer whatsapp grubum var dertleşip paylaştığımız,beni anlayan ve destek olan.



Bunun yanında sevgili arkadaşlarım Gamze,Tüten ,Öznur beni uyuduğum gaflet uykusundan uyandırıyor.Bu ruh halinden uzaklaşmam hayatımın diğer yarısında ilk yarısına pişman olarak geçirmemem için değişmeye başlamam konusunda beni ikna ediyorlar.Hayatımın kalan yarısında değişebileceğimi, bunu sadece kendim istersem yapabileceğimi biliyorum.Bu ruh halinden sıyrılmaya,değişip sadeleşmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

Daha sade bir hayat

Hepimiz bir şekilde,hayata tutunmuşuz zaman akıp gidiyor.Bana 31 yaşımı geri getirebilecek hiçbir sistem yok.Gündemin telaşesi ve baharın baygınlığı hepimizi yordu.Kime sorsam "Elim kolum kalkmıyor!" diyor.Şimdi biraz sakinleşme ve hayata dönme vakti..Ben bu konuda kendimi sürekli eğitmeye çalışıyorum.Ülkenin halinden ve kendimi fazlası ile yıpranmış hissetmemden sadeleşmeye ve yavaşlamaya fazlasıyla ihtiyacım var.Bu sayede çocuğumun yaptığı ve beni yorduğunu zannettiğim -aslında her çocuğun dönem dönem yaşadığı kıyafet takıntısı,oraya buraya erzak dökme vs.- şeylere daha ılımlı yaklaşabilmeyi,onu anlamayı ve sadece çocuk olduğu için bunları yapıyor olabileceği konusunu benimseyip,yaptıklarına daha anlayışlı olabilmeyi hedefliyorum.

Bunun yanında bağımlısı olduğum (yazar burada kendi kendine itiraf edemediği bir şeyi okuyucu ile paylaşma cesareti gösteriyor) sosyal medyanın olumsuz etkilerini gözardı ederek bunu lehime çevirmeye ve akşamları belirli saatlerde elime telefon almamaya karar verdim.

Artık biraz gündemin dışına çıkıp normalleşmeye ve hayatı daha sadeleştirmeye hepimizin ihtiyacı var bence.Yalnız bu demek değil ki; ülke cadı kazanı gibi kaynarken dünya umurunda olmayan tipleri haklı buluyorum.Sadece artık normale dönmezsek ruh sağlığımızı kaybedeceğiz onu biliyorum.

Sizlere geçen sene Florya Sosyal Tesislerinde çektiğim bahar kokan fotoğraflar ile veda ediyorum.Çiçeklerin açtığı,güneşe doyacağımız ve bizleri jetlagdan bozma yapmayan mevsim diliyorum.Bahar hepimize hayırla geçer inşallah.









MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.